10080,35%1,33
39,85% 0,08
47,07% 0,23
4274,92% 1,12
6852,92% 3,13
Prof. Dr. Ümit Özdağ: Beş aylık bir süre boyunca, hukuksuz bir şekilde hürriyetim gasp edilerek ve terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan’la yürütülen müzakere sürecinde konuşmamam için rehin alındığım Silivri’de, Sayın Genel Başkan tarafından yalnız bırakılmadım. Ziyaretime geldi, davalarıma geldi. Arkadaşlarıyla birlikte Silivri'nin önündeki Zafer Otağı’na geldi. Bir hafta arayla gerçekleşen son iki duruşmada yanımda oldu. Ben bugün kendisine, sizlerin önünde teşekkür ediyorum. Sadece Sayın Genel Başkan değil, tüm sevgili Milli Yol Partisi mensubu kardeşlerimin de desteklerini yanımda hissettim. Onlara da ayrıca teşekkür ediyorum. Ne yazık ki ülkemiz bu sabah yine bir şafak operasyonuyla güne başladı. Bu gidişatın devam edeceğe benzediği görülüyor. Düşman ceza hukuku uygulaması kadar, millî birliğimizi tahrip eden ve iç cephenin oluşmasını engelleyen başka bir uygulama yoktur. Anayasa’nın 10. maddesi, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının renk, dil, mezhep, felsefi inanç ve siyasi parti farklılıklarına rağmen anayasa ve yasalar önünde eşit olduğunu belirtmektedir. İçinden geçtiğimiz süreçte, Anayasa’nın 10. maddesinin askıya alındığını görüyoruz. İktidar mensuplarına uygulanan hukukla muhalefete uygulanan hukuk aynı değil. Şimdi Allah aşkına, elinizi yüreğinize koyun ve şu sorunun cevabını verin: Kızılay Genel Müdürü’nün kızı bir trafik kazası yaptı. Ölümlü bir kazaydı ve yargılandı. Dört yıl hapse mahkûm oldu. Elbette isteyerek yapmadı. Vefat eden gencimize Allah’tan rahmet diliyoruz, kazaya karışan kızımıza da büyük geçmiş olsun diyoruz. O da böyle bir şeyin olmasını istemezdi. Ancak bu trafik kazasını, örneğin Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı’nın kızı yapsaydı, acaba tutuksuz yargılanır mıydı? Hayır, yargılanmazdı. Bunu hepimiz biliyoruz. İşte bu adalet değil. Bu bağımsız yargı değil. Bu, Anayasa’nın 10. maddesinin askıya alındığı ve muhalefete düşman ceza hukuku uygulandığı bir rejimin adıdır. Biz muhalifler, şimdi 1930’lu, 40’lı, 50’li, 60’lı yıllarda Amerika’nın güneyinde yaşayan Zenci Amerikalılara benziyoruz. Kâğıt üzerinde eşitiz ama gerçekte hayatta eşit değiliz. Sayın Genel Başkanımın da, benim de, sizlerin de ne yazık ki yasal ve anayasal haklarınızı kullanmanız, ancak iktidar izin verirse ve izin verdiği ölçüde geçerli olabiliyor. Bütün mahkemeleri bir kenara bırakıyorum. Anayasa Mahkemesi sizin lehinize bir karar alırsa, iktidar bu kararı uygulamayabiliyor. Hatırlatayım mı? Can Atalay hakkında karar verildi. Bir milletvekiliyle ilgili karar alındı ve iktidar bu kararı uygulamadı. Bir başka olayda, Yargıtay bir kişi hakkında beraat kararı verdi. Ancak beraat kararı uygulanmadı, kişi tahliye edilmedi. Altı ay sonra başka bir Yargıtay dairesi başka bir mahkûmiyet verdi. Ama o altı aylık sürede adam içeride tutuldu. Böyle bir hukuk sistemi dünyanın hiçbir yerinde yok. Çünkü bu artık hukuk değil. Bu yüzden ben tutuklandığım gün avukatlar şunu söylüyordu: “Bize hukukla ilgili bir şey sormayın, çünkü bizim bildiğimiz hukukta bunun yeri yok.” Bu süreç devam ediyor. Bu yüksek tansiyon politikası Türkiye’ye zarar veriyor. İktidara da zarar veriyor, muhalefete de zarar veriyor. Artık Erdoğan’ın bu yüksek tansiyon politikasından vazgeçmesinin zamanı gelmiştir, hatta geçmiştir. Neticede bu yüksek tansiyon politikası ne kadar daha sürdürülebilir? Seçime kadar. Seçime kadar bu politikadan muhalefet yüzde kırk zarar görecekse, iktidar yüzde altmış zarar görüyor ve görmeye devam edecek. Hukukun olmadığı yerde ekonomi olmaz. Hukukun olmadığı yerde yatırım da olmaz. Vatandaş sabah buzdolabını açtığında “yeni anayasa var mı” diye bakmıyor. Peynir var mı, tereyağı var mı, zeytin var mı diye bakıyor. Ve yok, arkadaşlar. Peynir de yok, tereyağı da yok, zeytin de yok. Çünkü bunların hepsi artık lüks madde. Evet. Bu yüzden biz, hukukun olduğu bir Türkiye’yi tekrar istiyoruz. Ve Sayın Genel Başkan’a, huzurunuzda, bu umut mücadelesinde bizlere ve şahsıma verdiği destek için tekrar teşekkür ediyorum. Terör örgütü PKK’nın silah bırakırken video ve fotoğraflarının servis edileceği hakkındaki soru üzerine: Prof. Dr. Ümit Özdağ: Biliyorsunuz, birkaç gün önce 10 askerimizin yaralandığı bir PKK İHA saldırısı gerçekleşti. 3-4 kilometrelik bir kablolu İHA ile saldırmışlar. Daha sonra aynı bölgeye bir başka saldırı daha yapıldığı ifade edildi. Ancak bu ikinci saldırıda yaralı haberi yok. Fakat Haziran’ın ilk haftasında bana gelen bilgiye göre, bir başka saldırı daha olmuş ve bir askerimiz bu saldırıda yaralanmış. Milli Savunma Bakanlığı’nın bu saldırılarla ilgili hiçbir açıklama yapmamış olmasını hayretle izliyoruz. Açıklama yapılmadı ama eski bir AK Parti milletvekili, Şamil Tayyar Bey, kendisine gelen bir bilgiyi —resmi makamlardan geldiğini belirterek— Twitter üzerinden paylaştı. Ve bu çerçevede siz de sorunuzu soruyorsunuz zaten. Yani sürecin yönetim şekli bu. Kimliği belirsiz bir devlet yetkilisi, eski bir AK Parti milletvekilini arıyor, o da tweet atıyor. Doğrusu, eğer ortada bir süreç varsa, bu böyle yönetilmez. Böyle bir iletişim stratejisi olamaz. Gelelim şimdi söylenen ikinci noktaya: Silah teslimi olacak deniyor. Türkiye’nin elinde PKK’nın hangi silahlara sahip olduğuna dair bir envanter var mı? Orta Doğu’da silah bulmak çok ucuz ve çok kolaydır. PKK, 5 tane kalaşnikof, 6 tane bixi’yi teslim etse ve bunların fotoğraflarını yayımlasa, bunun nasıl bir değeri olur? YPG’nin elindeki silahları, PKK’nın elindeki silahlardan saymıyor muyuz? Eğer saymıyorsanız, Kilit Pençe Harekâtı sırasında Kuzey Irak’ta YPG’lilerin getirip Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı kullandığı sofistike silahların teslim edilmesini isteyecek misiniz? İstemeyecek misiniz? PJAK’ın elinde bulunan silahlar konusunda ne düşünüyorsunuz? Son iki hafta içerisinde Suriye'den İran'a kaydırılan ve PJAK’ın sayısını artırmayı hedefleyen YPG kuvvet sevkiyatı konusunda Türk halkıyla paylaşacağınız bir bilgi var mı? Özetle, bahsedilen süreç çok kötü yönetilen ve doğru bir noktaya gitmesi mümkün olmayan bir süreçtir. Bu süreçle ilgili olarak 5 Temmuz’da yapacağım basın toplantısında daha kapsamlı değerlendirmelerde bulunacağız. İttifak sorusu üzerine: Prof. Dr. Ümit Özdağ: Henüz bir seçim atmosferi olmadığı için somut bir proje olarak ittifak sürecinden bahsetmek mümkün değil. Ancak şunu görüyoruz ki, Türkiye'nin objektif şartları birlik olmayı zorunlu kılıyor. Bu tarihsel bir vebaldir ve hepimizin omuzlarındadır. Hiç kimsenin kişisel menfaatlerini ve önceliklerini ön plana çıkartmaya hakkı yoktur. Hepimiz çocuklarımıza, torunlarımıza ve bu ülkeye karşı sorumluyuz. Bu sorumluluğu yerine getirecek şuur içerisinde davranmalıyız inancındayız. Tutukluluğum sona erdi. Ancak sürece yönelik muhalefetimiz devam ediyor. Ben tutuklandıktan sonra da arkadaşlarım, Türkiye'nin farklı yerlerinde bu mitingleri sürdürmeye devam ettiler. Şimdi, 5 Temmuz sonrasında, yeni bir muhalefet stratejisiyle Zafer Partisi yeniden sahaya inecek.