10870,57%0,43
40,79% 0,09
47,75% 0,44
4383,34% 0,13
7056,83% 0,08
Abdurahman Zeynel Akşamları serindir şehrimin. Gökte yıldızlar, ovada esen yeldir memleketim. Karasu, Aras, Çoruh nehirlerimdir benim. Dağıyla, ovası, yaylasıyla şirin, Gece yastığa başımı koyduğum gibi uyuduğum Erzurum’um. Palandöken Ejder tepesine çıkmış, Erzurum Ovasını seyre dalmıştım. Güney tarafında yeşil yaylalar alabildiğine geniş ve eğimliydi. Çobanlar sürüleri otlatmakta uzaklarda çadırlar, dağ evleri yaylayı süslemekte idi. Uzaklarda köpekler havlıyor, eşekler anırıyordu. Güneşin doğuşu ve batışı muhteşemdi. Gözleri kamaştırıyordu. Doğuya baktığımda Pasin ovası tüm güzelliğiyle, ekilmiş tarlaları, köylerin tüten bacalarıyla tarihin derinliklerine insanı çekiyordu. Büyük Selçuklu Ordularının Yağan köyünden geçip Pasin ovasına gelmesini ve 1048 yılında Bizans ve Gürcü birleşik ordusunu mağlup edip Anadolu’nun kapılarını Türk milletine acımasını seyrediyordum. Ejder tepesinden kuzeye bakınca Dumlu Babayı, Kandil Babayı, Umudum babayı, Mescit dağlarını, uzaklarda Kop ve Kargapazar dağlarını seyre koyulmuş çevreyi gözlerken birden Baycu Noyan Komutasındaki Moğol Ordularını görüp ürkmüştüm. İlhanlılar önce şehri yağmaladı, sonra imar ettiler. Öyleki Çifte Minareli Medrese, Ahmediye, Yakutiye ve Sultaniye medreselerini inşa edip İslam’a hizmet ettiler. O da ne doğudan yeni bir ordu geliyordu. Timur şehri almış, insanları ezerek batıya yönelmişti. Derken Batıdan ordular gelmiş şehri yeniden imar etmişlerdi. Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman ve Dördüncü Murat şehri ihya edenlerden olmuştu. Tüm bunlar gözlerimin önünden film şeridi gibi geçip giderken birden acı bir görüntüyle sarsıldım.. Ah ki ne ah 1828-29 yılında Kuzeyden gelen Rus istilacılar şehri istila etti. Tarihi eserlerin kitabelerini, kütüphanelerini yağmalayıp Petersburg’a götürdüler. Ruslar durmadı.. Yeniden 1877-78 yılında gelip şehri işgal ederek yağmalamayı sürdürdü. Türkler acı üstüne acı yaşadı. En acısını 1914-1918 yılında yaşadılar. Acılar uzun sürmedi.. 3 Temmuz 1919’da Sarı Paşa Erzurum’a gelerek Milli Mücadeleyi başlattı ve “Vatan bir bütündür asla parçalanamaz, Kuvayı Milliyeyi Amil, Milli İradeyi hakim kılmak esastır” kararlarını aldırtı. 1924 sonrası okullar, binalar inşa edilecek şehir yeniden yanmış küllerinden ayağa kalkacaktı. Hastahaneler kurulacak, yollar yapılacak şehir geliştikçe gelişecektim. Gözlerimle bunu görüyor Ilıca şeker fabrikasını dumanlarını uzaktan seyrediyordum. Derken Atatürk Üniversitesinin kuruluşunu görüyor milletim adına sevinmeye Ejder Tepesinden bakarak seviniyordum. İyi şeyler yapılıyor fabrika bacalarından dumanlar yükseliyordu. A oda ne 1980 sonrası büyüyen şehir durağanlaşmaya başladı. Hem de ne başlama.. Yatağını, yorganını alıp batıya göç ediyordu. Artık Palandöken yayalarında, Kargapazar Yaylalarında celepler otlamıyor hayvan sayısı azaldıkça azalıyordu. Düne kadar kardeş olan kız alan kız veren insanlar etnik ayrıma girmesi Ejder tepesinden net görülüyor beni de derinden üzüntüye sevk ediyordu. Tüm bunları görüp seyrederken Dedeman oteline gelmiş olan bir otobüsün güzelliği gözümden kaçmıyordu. Renkleri, yapısı cantları insanı cezbediyordu. İnsanlar halay çekiyor seviniyor, türküler şarkılar söylüyordu. Akşam olmuş gökyüzü muhteşem bir görsel sunuyor Samanyolu galaksisi gören gözleri ihata ediyordu. Artık sabah olmuş, insanlar güneşin doğuşunu seyredip ağır ağır neşeyle otobüse biniyordu. Şoför kendinden emin arabayı çalıştırıp kapıları kapattı. Ejder tepesinden bakıyor dağdan aşağıya inen otobüsün kıvrımlı yoldan inişini seyrediyordum. O da ne otobüs hızlandıkça hızlandı. Neler oluyordu… Anlamıyordum. Sadece şoför frene bastığını hissediyordum taa uzaklardan… Birden frenin patladığını gördü, hissetti. Artık ne yapacağını, arabayı nasıl durduracağını bilmiyordu. Bir kere paniklemişti. Kendimi otobüsün içinde hissediyor olanları acı acı seyrediyordum. Yolcular can havliyle bağırıyor, çağırıyor feryat figan ediyorlardı. Allahu Ekber diyenler, Kelime-i Şahadet getirenler, yandım Allah diyenler... Şoför direksiyona sarılmış gittikçe hızlanmakta olan arabasını sağa sola çarpmadan Erzurum ovasına sağ salim indirebilirim diye Allah’a yalvarıyordu. Saniyeler saate, güne, yıla dönüşüyor araba yara aldıkça alıyordu…. Ejder tepesinden olayları acı içinde otobüsün içinde imiş gibi seyrediyor sesimi kimseye duyuramıyordum… Derken araba gözümde küçük bir nokta haline geldi. Olanları acı ve hüzünle seyrediyor ah keşke şoför binmeden önce tüm kontrolleri yapıp frenleri kontrol etseydi diye düşünüyordum…. Orada anladım ki her ne olursa olsun bir kontrol mekanizması, bir frenleme sistemi ve işi anlayan şoförlerin olması önemliydi…. Ve Palandökenlerden aşağı inen otobüs ve içindeki yolculara ne oldu diye bakıyorum… Bakıyorum ama artık göremiyorum… Dakikalar sonra büyük bir gürültüyle havaya kırmızı ışıkların saçıldığını gördüm… Araba param parça oldu. İnsanlar kan revan içinde öteye beriye dağıldı.. Derken yaralılar çığlıklar atıyor, sağ kalanlar delirmiş gibi sağa sola koşuyordu. Nefesim darlanmış alnımdan terler boşalıyordu… Birden yataktan fırlayıp uyandığımda gördüğüm şeyin rüya olduğunu anlıyorum. Hızla “Ayet-el Kürsiyi” okuyup yatağımdan kalkıyorum. O heyecanla abdest alıp iki rekât namaz kılıp Yüce Rabbimden ailemi, şehrimi ve ülkemi böyle afetlerden korumasını temenni ediyorum. 17 Ağustos 2025 ERZURUM