9102,02%-1,02
39,56% 0,12
45,52% 0,39
4281,27% 0,02
6910,88% -0,44
1- Zorunlu Parasız Eğitim Süresine Dokunma! Okul Öncesi de Zorunlu ve Parasız Olmalıdır! Eğitim çocuklarımızın gelecek yaşantısını değiştirmek için tek umut. Eğitimin kamusal, parasız, kapsayıcı, eşit olması hem çocuklarımız hem de ülkemiz açısından vazgeçilmez iken eğitim süresi tartışmaya açılmaktadır. Yoksulluğun artışı ve eğitimin paralılaştırılmasının, eğitimin bilimsel niteliğinin ortadan kaldırılmasının sonucu okul terkleri artmaktadır. Okul terkleri son 3 yılda bir buçuk milyonun üzerine (1 Milyon 578 bin) çıkmıştır. Devamsızlık ise her kademede artmıştır. Yalnızca 2023 verilerinde ortaöğretimde en az üç çocuktan biri, mesleki eğitim veren okul türlerinde en az iki çocuktan biri devamsızdır. Okul terkleri bu denli artmışken çocuklar yoksulluktan, eşitsizlikten kaynaklı kitleler halinde okullarını bırakırken çocukları okula geri döndürebilmek için gerekli önlemleri alması gereken MEB parasız eğitim süresini tartışmaya açarak daha da ciddi okul terklerinin olmasına neden olacak adımları planlamaktadır. Zorunlu eğitim süresi tartışması ile “eğitim devlete masraf” ifadeleri ile eğitim kamusal hak olmaktan çıkarılarak bir ayrıcalık haline getirilmekte eğitime sadece eğitimi parayla satın alabilen ulaşsın denilmektedir. Zorunlu eğitim süresi 18 yaş altı çocukları kapsamaktadır. Piyasanın “erken yaşta iş gücüne ihtiyacı var” denilerek çocuk yaşta işçiliğin “eğitim süresi yuva kurmaya engel” denilerek çocuk yaşta evliliklerin artışı hedeflenmektedir. Eğitim süresinin azaltılmasıyla çocuklar Ensarlarda, Aladağlarda olduğu gibi yoksulluktan, çaresizlikten kaynaklı imam hatiplere, tarikatlara, tarikat yurtlarına mecbur bırakılmaktadır. Eğitim yalnızca meslek edinme hedefi ile sınırlı değil aynı zamanda çocukların sosyal, kültürel, fiziksel-sportif, psikolojik gelişimini de hedeflemektedir. Eğitim süresinin azaltılması çocukların bütünlüklü gelişimine de vurulacak büyük bir darbedir. Zorunlu parasız eğitim süresi tartışmalarına son verilmeli, çocukların en temel kamusal hakkı olan okul öncesi de zorunlu ve parasız olmalıdır. 2) ÇEDES Başta Olmak Üzere Diyanet ve Tarikatlarla Yapılan Tüm Protokol ve İş Birlikleri, Projeler Sonlandırılmalıdır! STK Adıyla Tarikat Yapılarına Aktarılan Kaynaklar, Destekler Geri Alınmalı Kamusal Eğitim İçin Kullanılmalı, Özel Öğretim Kurumları ve Tarikat Okulları, Yurtları Kamulaştırılmalıdır! Eğitim kamusal haktır. Meta değildir. Yurttaşlık hakkıdır. Parayla satın alınamaz. Eğitim 1739 Milli Eğitim Temel Kanunu’nda da belirtildiği gibi yalnızca kamu emekçileri, eğitim emekçileri eliyle gerçekleştirilebilir. Eğitimci niteliği taşımayan kişilerin okullarda, yurtlarda, STK adı altındaki tarikat yapılarının yerlerinde, 4-6 yaş Kuran kurslarında faaliyet yürütmesi eğitim hakkı, çocuk hakkı ihlalidir. ÇEDES başta olmak üzere okul öncesinden yükseköğretime tüm eğitim kurumları protokol,iş birliği, proje adıyla STK adı altında tarikat yapıları, ülkü ocakları gibi yapılar tarafından kuşatılmakta, çocukların eğitim hakları, çocuk hakları ihlal edilmekte, yapılan faaliyetlerin içerikleri nedeniyle çocuklar istismar edilmektedir. İktidara yakın çeşitli vakıf ve dernekler gibi yapılar bu yaz döneminde de okullarda yaz okulları adıyla ideolojik faaliyet yürütmekte bize, halka ait kamu kaynakları bir kez daha kamusal, bilimsel eğitim için değil bu yapıların ideolojik amaçları için kullanılmaktadır. ÇEDES başta olmak üzere tarikat vb yapılarla imzalanan tüm protokol, iş birliklerine son verilmelidir. Eğitim yalnızca eğitim emekçileri eliyle gerçekleştirilmelidir. Bugüne kadar halkın kaynaklarından, vergilerinden bu yapılara aktarılan milyarlar geri alınmalı çocukların kamusal eğitim hakkı, okul yemeği, okula ulaşım, barınma hakları için kullanılmalıdır. Bu yapılara onlarca kamu arazisi, kamu binaları da devredilmiştir. Tarikat vb yapılara devredilen kamu arazileri, kamu binaları, kamu yurtları geri alınmalı, özel öğretim kurumları, tarikat okulları, yurtları kamulaştırılmalıdır. 3- Eğitimde yaşanan sorunlar her geçen yıl katlanarak artmakta, Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) bu sorunlara kalıcı çözümler üretmek yerine eğitimde dinselleştirme, piyasalaştırma ve kadrolaştırmaya harcamaktadır. İktidar ve MEB eliyle eğitim, güncel siyasetin ve hamasetin aracı; iktidarın kendi ideolojisini dayatmanın, istediği biat ve itaat eden toplumu inşa etmenin aygıtı haline getirilmeye çalışılırken; önceki dönemlerden devreden sorunlara bu eğitim döneminde yenileri eklenmiştir. Bu sorunların biri de çocuk işçiliği olmuştur. Çocuklarımız ideolojik ve ekonomik çıkarlar uğruna sistematik olarak sömürülmektedir. Bu günkü iktidar, sermaye ile kurduğu çıkar ilişkileri ve sermayenin talepleri doğrultusunda çocuk emeğini ucuz iş gücü olarak kullanmanın dozunu giderek artırmaktadır. TÜİK verilerine göre kayıtlı toplam çocuk işçi sayısı 2023 yılında 759 bin iken 2024 yılında 869 bine yükselmiştir. Bu sayıya MEB eliyle MESEM adı altında işçileştirilen çocuklar ve kayıtdışı çalıştırılan çocuklar dahil edildiğinde sayı 2 milyonu aşmaktadır. SGK kayıtlarına göre 2023 yılında 18 yaşın altında 45 çocuk iş cinayetlerinde hayatını kaybetmiştir. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi bildirimlerine göre son 12 yılda en az 764 çocuk işçi hayatını kaybetmiştir. MEB bu sayılarla yetinmemiş olacak ki, işverenlerin ara elaman temininde zorluk çektikleri iddialarına karşılık zorunlu eğitimin süresini tartışmaya açmakta, daha fazla çocuğun işgücü haline gelmesinin yollarını aramaktadır. Okulda olması gereken çocukları işverenlere teslim eden MEB, adeta “çocuk işçi bulma kurumu” gibi çalışmaktadır. Çocuklarımıza okullarda bir öğün yemek dahi çok görülürken, kamu kaynakları çocukların değil, patronların çıkarları doğrultusunda kullanılmaktadır. Bu durum ülkenin geleceğini yok saymaktır. Eğitim politikaları, sermayenin, patronların, holdinglerin çıkarları ve talepleri doğrultusunda değil, çocuklarımızın geleceği ve üstün yararına göre belirlenmelidir. Eğitimde tüm çocukların temel hakkıdır ve kamucu politikalarla şekillendirilmelidir. 4-Karma Eğitim Hakkına Dokunma! Önce 4+4+4 ile imam hatip okullarında devamında 2018 Ortaöğretim kurumları yönetmeliği ile ortaöğretimde adım adım çocukların en temel hakkı olan karma eğitim hakkı ellerinden alınmıştır. Zorunlu, parasız eğitim süresinin azaltılması ile eş zamanlı karma eğitim hakkının da tamamen kaldırılması açıklamaları art arda sürdürülmektedir. Karma eğitim bir tercih değil bir haktır. Tercih adıyla bir hak tartışmaya açılamaz, kaldırılamaz. Karma eğitim hakkı pedagojik ve bilimsel bir gerçektir. Yalnızca 2013-2018 arası TÜİK verilerinde her 5 kadından birinin çocuk yaşta evlendirildiği verilerde yer almaktadır. Çocuk yaşta evliliklerin bu denli arttığı bir dönemde eğitim süresinin azaltılması, karma eğitimin kaldırılması çocuk yaşta evlilikleri daha da artıracaktır. Karma eğitim hakkının kaldırılması açıklamalarına, karma eğitimin kaldırılma uygulamalarına son verilmelidir. Tüm eğitim kademeleri ve okul türlerinde karma eğitim bir an önce hayata geçirilmelidir. 5- 8 Nisan tarihinde proje okullarına yapılan öğretmen atamalarının ve yönetici görevlendirmelerinin sonuçları açıklandığında tarihin en kapsamlı “öğretmen kıyımının” yapıldığı da anlaşıldı. Bu uygulamanın ortaya çıktığı 2016 yılında nasıl ki “kamusal eğitim hakkımızdan sorumlu bir bakanlık okulları niteliksiz olarak adlandırılamaz, projeniz değiliz” diyerek itirazımızı yükselttiysek bugün de bu haksız hukuksuz uygulamaya karşı çocuklarımız ve biz veliler günlerce okul önlerinde, bahçelerinde ve alanlarda eylem yaptık. Velilerin itirazına rağmen her geçen yıl proje okulu ilan edilen liselerin sayısı artırıldı. Bugün ise 2025 Şubat’ta yönetmelikten proje okul tanımı çıkarıldı. Proje okullarını düzenleyen madde de yönetmelikten çıkarıldı. Yönetmelikten çıkarılan bir okul tanımına dayandırılarak da binlerce öğretmen sürgün edildi. Yönetmelikten çıkarılan artık olmayan proje okul tanımı ise sınav kılavuzunda var. Okullar kamu kurumlarıdır, kimsenin özel işletmesi değildir. Halkın vergileri ile yaşamlarını sürdüren bu kurumların kapılarını bazı öğretmenlere kapatmak veya açmak kabul edilebilir bir durum değildir. Yöneticilerin tasarrufu ile binlerce öğretmenin bu okullarla ilişkilerinin kesilecek olması aynı zamanda da bu kurumların kamu kurumu olma özelliğini ortadan kaldırır ki bu durum kabul edilebilir bir durum değildir. Bu nedenle de, proje okul uygulamasına ve buralarda yaşanan öğretmen kıyımına karşı durmak geleceğimizi ve kamuyu savunmak demektir. 6)Yarışa, Rekabete, Elemeye Dayalı Merkezi Sınav Sistemi Uygulamalarına Son Verilmelidir! Sınav Ücretleri Kaldırılmalıdır! Her Öğrencinin İlgi, Yetenek ve Becerileri ve Toplumsal Fayda Esas Alınmalıdır! Yoksulluğun artışı ve kamusal hak olmaktan adım adım adım çıkarılan eğitimde beslenme, barınma, ulaşım başta olmak üzere eğitim harcamalarının artışı, diplomalı işsizlik gibi çok sayıda nedenle bu yıl LGS ve YKS’ye başvuru oranlarında ciddi bir düşüş yaşanmıştır. Her geçen yıl çocuklar, gençler için gelecek yaşantılarını değiştirmek için tek umut olan eğitim umudu ellerinden alınmaktadır. Sınava, yarışa, rekabete dayalı sınav sistemi ve okullaşma politikası nedeniyle çocuklar istemediği okul türlerine imam hatiplere, meslek liselerine, MESEM’lere veya istemediği okul türüne gitmemek için özel okullara, istemedikleri bölümlere gitmemek için özel üniversitelere mecbur bırakılmaktadır. Eğitimden kopuş verileri alarm vermektedir. Yükseköğretim de dahil eğitimin her kademesi parasız olmalıdır. Eğitim, beslenme, barınma, ulaşım devlet tarafından ücretsiz karşılanmalıdır. İhtiyacı olan her öğrenciye karşılıksız, geri ödemesiz burs verilmelidir. Yarışa, elemeye dayalı merkezi sınav sistemi uygulamasına son verilmelidir. Her öğrencinin ilgi, yetenek ve becerileri doğrultusunda desteklendiği, okul türleri uygulamasına son verildiği, eşit, kapsayıcı, parasız, laik, bilimsel eğitime erişebildiği, toplumsal faydanın esas alındığı bir eğitim sistemi tüm çocukların, gençlerin en temel hakkıdır. 7- ANNE BABA DAYANIŞMA AĞI 18 Mart tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesi ve ardından 19 Mart’ta sabaha karşı İstanbul Büyükşehir Belediyesi merkezli bir operasyonla çok sayıda isimin gözaltına alındı. Başlayan bu süreçte kitlesel protestolar yaşandı ve yaşananlara dönük protestolar, toplantılar ve gösterilere en etkin ve kitlesel olarak katılan kesim bu dönemde üniversite öğrencileri oldu. Üniversitelerden ve sokaktan yükselen sese kulak vermek ve söylenenleri anlamaya çalışmak yerine itirazların ifade edilmesine dahi tahammül edemeyen siyasi iktidar baskı, gözaltı ve tutuklamalarla öğrencilerin, gençlerin yükselen itirazını bastırmaya çalışmıştır. Üniversite öğrencilerini susturmak için gözaltı ve tutuklama hamlelerini devreye sokan iktidarın bu hamlesi alanda öğrencilere dönük şiddete ve hak ihlallerine neden olmuştur.. Anayasa ve yasalarla güvence altına alınmış haklarını kullanan öğrenciler kanuna aykırı bir şekilde baskıya maruz kalmış, şiddet görmüş ve özgürlüklerinden mahrum bırakılmıştır. Toplam 301 genç tutuklanmıştır. Gözaltıların başladığı ilk günden bugüne çocuklarımızın, tüm anne babaların yanında olmayı, dayanışmayı nasıl büyüteceğimizi konuştuk. Önce Öğrenci Veli Derneği olarak yaptığımız açıklama ile tüm anne babaları, dayanışma için gönüllü olmak isteyen herkesi birlikte bir dayanışma ağı örmeye çağırdık. Maltepe’de öğrenci aileleri olarak “Çocuklarımıza Dokunmayın” pankartıyla sokağa çıktık. Günlerdir çocuklarımız için adliye, cezaevi arası koşturan anne babalardık. Haliyle adımız da Anne Baba Dayanışma Ağı olsun dedik. Başta İstanbul olmak üzere İzmir, Ankara, Bursa ve Edirne’de Anne Baba Dayanışma Ağlarını kurarak ailelerin birçoğuna ulaşarak hem sosyal medya ve ulusal kanallar üzerinden çağrılar yaparak hem de cezaevleri ve adliyelerin önünden yaptığımız çağrılar, kurum ziyaretleri ile meseleyi toplumsallaştırdık. Bunun sonucunda da tüm gençler zaman içinde serbest kaldı. Davası devam eden ya da barınma ve burs hakkı elinden alınmış gençler ile dayanışmamız gençler tüm haklarına kavuşuncaya kadar devam edecek. 8- Her yıl bütçede görüşmelerinde iktidar ve MEB tarafından, bütçede aslan payı eğitimin açıklamalarının bir aldatmaca olduğu iktidarın sorunları değil algıyı yönetme çabası olarak değerlendiriyoruz. 2016 yılında yüzde 13,3 olan MEB bütçesinin merkezi yönetim bütçesi içindeki payı her yıl düşerek 2024 yılında yüzde 9.9’a geriledi. Türkiye’de 25 yıl önce, 1989-1990 eğitim öğretim yılında sadece iki ilde taşımalı eğitim vardı. Çağ atladık dediler, son 22 yılda 19 bin 708 köy okulu kapatıldı. Eğitimin temel ilkelerinden olan eğitime erişim ilkesi ortadan kaldırıldı, taşımalı eğitim ülkemizin her yerinde bütün illerde uygulanır hale geldi. 25 yıl önce taşımalı eğitimde 305 öğrenci varken 2018-2019 eğitim-öğretim yılında soru önergesine verilen cevapta taşımalı eğitimle okullara ulaşan öğrenci sayısı 1 milyon 325 bin 289’a ulaşmıştı. Yüz binlerce çocuk taşımalı eğitimle okula ulaşmaya çalışıyordu. Ekonomik kriz, yoksulluk arttıkça kamuda, özellikle eğitim alanında durmaksızın tasarruf tedbiri kararları açıklandı. Tasarruf diyerek açıkladıkları kararlardan biri de tasarruf tedbirleri genelgesi ve 1 Ağustos yönetmelik değişikliği ile taşımalı eğitime getirilen sınırlama oldu. Taşımalı eğitim; taşıma yoluyla ilkokul, ortaokul, lise, özel eğitim gereksinimi olan öğrenciler ve onlara refakat edecek velileri, yaygın eğitim kursiyerlerini kapsıyor. Genelge ve yönetmelik değişikliği ile aslında okul, eğitim hakkı da ortadan kaldırılıyor.. Ekonomik nedenlerle kitlesel okul terklerinin yaşandığı bir dönemde; bu genelgeyle genelde köy çocukları, özelde kız çocuklarının eğitim hakkını elinden alan bir karara daha imza atılmış oldu. Biz bakanlığın ve eğitim yöneticilerin bu genelgenin sonuçlarından kaynaklı kaç çocuğumuz okullarını terk ettiği bilgisini talep ediyoruz. 9 - 2025 eğitim-öğretim yılı sona erdi. Ancak milyonlarca çocuğumuz bu yılı karınları aç, zihinleri yorgun, umutları eksik tamamladı. Artan ekonomik kriz, yoksulluğun derinleşmesi ve kamusal sosyal politikalardaki yetersizlikler, bu yıl da en çok çocukları ve eğitimi vurdu. Bugün Türkiye'de yüz binlerce çocuk okula kahvaltı yapmadan, öğle yemeği olmadan gidiyor. 15 yaş altındaki her iki çocuktan biri yoksulluk riski altında yaşıyor. Bu durum yalnızca bir sağlık sorunu değil; çocukların eğitim hakkının, beslenme hakkının, insanca yaşama hakkının sistematik olarak ihlal edilmesidir. Yoksulluğu çocuklar üzerindeki etkisi artık görmezden gelinemeyecek bir düzeye ulaştı. Okula aç gelen, derse odaklanamayan, gelişim çağında beslenemeyen çocuklar için eğitim, kağıt üzerinde bir hak olmaktan öteye geçemiyor. Bu tablo aynı zamanda okul terklerinin artmasına, çocuk evliliklerin, çocuk işçiliğinin yaygınlaşmasına ve toplumsal eşitsizliklerin kalıcı hale gelmesine yol açıyor. 2025 eğitim yılı, kamusal okul yemeği politikasının hâlâ hayata geçirilmediği bir yıl oldu. Okullarda her çocuğa ücretsiz, dengeli ve nitelikli bir öğün yemek verilmesi talebi kamuoyunun gündeminde olmasına rağmen, Milli Eğitim Bakanlığı bu konuda somut adım atmadı. -Milli Eğitim Bakanlığı, yıl boyunca okul yemeği programını yaygınlaştırmakta yetersiz kaldı. 2023'te başlatılan pilot uygulamalar genişletilmedi; bazı bölgelerde ise tamamen sonlandırıldı. - Deprem bölgesindeki öğrenciler dahi düzenli, yeterli ve sağlıklı okul yemeğine erişemedi. - Velilerin artan maddi yükleri (ulaşım, kantin, kırtasiye, servis, okul katkı payı) nedeniyle birçok çocuk okuldan uzaklaştı, okul terkleri arttı. - Yoksulluk koşullarında yaşayan çocukların akademik başarısı düştü, duygusal ve fiziksel gelişimlerinde ciddi sorunlar gözlendi. - Eğitimde piyasa temelli politikaların devamı ile birlikte, eşitsizlikler derinleşti. Özel okullara erişimi olmayan çocuklar için devlet okullarında eğitim yalnızca formaliteye dönüştü. Okul yemeğinin akademik başarıyı arttırdığı, okul terkini azalttığı, kız çocuklarının okullaşma oranını yükselttiği, çocukları psikolojik olarak desteklediği bilimsel bir gerçektir. Çocukların psikolojik sağlığına ilişkin veriler de oldukça kaygı vericidir. Çünkü açlık sırasında harekete geçen hormonlar yıkıcı hormonlardır. Açlıkla harekete geçen hormonlar önce karaciğerdeki glikojeni, sonra yağ dokusunu ve son olarak da kas dokusunu yıkmaktadır. Çocuklar açlık, yetersiz beslenme nedeniyle depresyon belirtileri yaşamaktadır. Düşük serotonin seviyeleri depresyon ve kaygıya neden olmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun geçen yıl ilk defa açıkladığı çocuk, yoksulluk ve yaşam verilerinde 5-17 yaş arası çocukların yüzde 7,3’ ü kendisini her gün depresyonda hissetmektedir. Verilere göre zorunlu eğitim çağındaki 1 milyon 958 bin 888 çocuk depresyonda ve kaygı altında yaşamaktadır. 13-17 yaş arası çocukların yüzde 50’si aşırı kaygı durumu yaşamaktadır. Okul yemekleri programları ihtiyaç temelli bir gıda desteği müdahalesi değil temel yurttaşlık hakkıdır. Kamusal haktır. Dünya genelinde 106 ülkede ücretsiz okul yemeği programı uygulanmaktadır. Okul yemeği ile birlikte temiz suya erişim de tüm çocukların kamusal hakkıdır. Su tüketimi hayati bir önem taşır. Yeterli su tüketimi vücut sıcaklığının düzenlenmesini, sindirim sistemi sağlığını, enerji düzeyini, zihinsel ve fiziksel performansı, elektrolit dengesini olumlu etkilemektedir. Sağlıklı bir bireyin günde ortalama 2 ila 2,5 litre arasında su içmesi gerekir. Okullarda içme suyuna erişim, kontrol-izleme sistemleri bulunmamakta, suya bulaşması olası toksik kirletici sayısı çok fazladır. Okullarda okul su sistemleri, toksik kimyasal maddeleri tutma kapasitesine sahip artma / flitreleme sistemleri kurulmalı, okulun uygun noktalarına kurulacak su sebilleri ile çocukların suya erişimi sağlanmalıdır. OECD ülkelerinin büyük çoğunluğunda okul yemeği devlet tarafından sağlanırken, Türkiye hâlâ çocuklarını aç bırakmaya devam etmektedir. Okul yemeği, yalnızca karın doyurmak değil; Eğitimde eşitliğin sağlanması, okula devamın artması, çocuk yoksulluğunun azaltılması, akademik başarının yükselmesi, uzun vadede toplum sağlığının ve refahının iyileştirilmesi anlamına gelir. 2025-2026 eğitim yılı başlamadan önce, her okulda bir öğün ücretsiz ve sağlıklı okul yemeği uygulaması başlatılmalıdır. Bu yemekler, beslenme uzmanları tarafından hazırlanmalı, içerikleri bilimsel kriterlere dayanmalıdır. Taşımalı eğitim bölgeleri, dezavantajlı mahalleler, kırsal alanlar ve deprem bölgeleri öncelikli olmak üzere, tüm çocuklara kapsayıcı biçimde sunulmalıdır. MEB, Sağlık Bakanlığı ve yerel yönetimler arasında etkili bir işbirliği sağlanmalı; yemek hizmeti taşerona değil, kamusal mutfaklara emanet edilmelidir. 10- Akp iktidarı 2002 yılından bu yana eğitimde hiç değişmeyen üç temel hat izledi: dinselleştirme, piyasalaştırma ve işçileştirme adımları. Eğitime ayrılan bütçede bu politikalar doğrultusunda niteliksizleştirildi. İktidarının Türkiye’yi bir şirket gibi yönetmesinden kamusal eğitim fazlasıyla zarar gördü. Özel okul sayılarının sayısının AKP iktidarında neredeyse on kat arttığını görüyoruz. İktidar eğitimin piyasalaşması konusunda sermayeye kaynak artırımını kesintisiz sürdürmekte. Özel okullarda öğrenim gören öğrencilere öğrenci başına 12 bin 800 TL ile 18 bin TL arasında değişen tutarlarda destek sağlandığını biliyoruz. Ancak kaynak transferi bunlarla sınırlı değil arsa tahsisi, vergi muafiyeti gibi birçok kalemde iktidar sermaye lehine kararlar almaya devam etmekte ve özel okulların oranın en az yüzde yirmi olması konusunda adımlar atacağını ifade etmektedir. Öyle ki iktidar hala barakalarda eğitim gören çocuklarımıza rağmen, deprem bölgesinde dahi kaynakları özel öğretim desteğine ayırabilmiştir. Kaynaklar sermayeye transfer olurken kamu okulları da paralılaştırılmaya devam etmektedir. Okulların giderleri okul aile birliklerine yıkılmakta kamusal hak olan eğitim hızla tasfiye edilmektedir.