Anahtar Parti Genel Başkanı Yavuz Ağıralioğlu, Oğuzhan Uğur'un sunduğu Mevzular Açık Mikrofon Programı'nda merak edilen soruları yanıtladı. Ağıralioğlu, partisine yapılan desteklerle ilgili şu yorumu yaptı: "Bu siyaset benim mesleğim değil. Benim bir mesleğim var, rızkımı kazandığım bir işim var. Bu benim memleket-millet borcum. Memlekete borç ödeyeceğiz; biz de varız, biz de borçluyuz diyen çok kıymetli bir destek alıyoruz…" Anahtar Parti Genel Başkanı Yavuz Ağıralioğlu, BaBaLa TV'de Oğuzhan Uğur'un sunduğu Mevzular Açık Mikrofon Programına katıldı. Burada seyircilerin sorularını yanıtlayan Ağıralioğlu, konuşmasında özetle şunları söyledi: MEMLEKETİ, MİLLET İRADESİYLE TESLİM ALMAK LAZIM "Bundan daha iyi bir Türkiye mümkün müydü? Cumhuriyet tarihinin en kudretli iktidarıyla karşı karşıyayız. Bu 2025 Türkiye'si bundan çok daha fazlasını yapabilir miydi? Bunu yapmanıza ne engel oldu? Bu seçimi değil, öbür seçimi değil, bütün seçimleri alsanız şu anda yapamadığınız neyi yapacaksınız kardeşim? İktidarda kalması anlaşılabilir bir arzudur. İktidarda kalmanız halinde bize ne yapacaksınız? Biz, itiraz eden bir iradeyi temsil ediyoruz. Nasıl yönetilir göstereceğiz. Biz büyük değiliz; devletimiz büyük, milletimiz büyük. Bu milletin şu an sorun diye saydığı ne kadar sorun varsa, hepsinin sebebi siyasettir. Siyasetçiler olmasa sanki memleket bunun 3-4 katı daha olabilecektir. Hiç olmasalar keşke. Mesela Cumhurbaşkanımız olmasa bizim. Mesela bakanımız olmasa bizim, bundan daha kötü olur muyduk sorusunun toplumsal karşılığı hep şu oluyor: Daha kötü olmayabilirdik. Böyle bir hissiyat var toplumda. Dolayısıyla siyaset çoktandır problem çözemeyen, çözemediği problemi mazeretle başkalarına ciro eden bir siyasi sorumsuzluk alanına dönmüş. Bundan daha iyisi mümkündür itirazını duymak ve cevabını vermek iktidar için bir mecburiyettir. O yüzden memleketi, millet iradesiyle teslim almak lazımdır. Oyumuzla verdik, kalbimizle, duamızla verdik. Millet hiçbir siyasi partinin arkasında durmadığı kadar avans verdi bu iktidara. Devamlı avans veriyor. Ama buna rağmen bizim bulduklarımızla hükümetin bulduğu arasındaki makas milletin aleyhine açılıyor.
BİZDE HALA KRALLARIMIZ KURAL KOYUYOR Siyasette iyi başlayanların değil, iyi bitirenlerin işidir. Başladığı gibi bitirenleri millet yüz yıldır dualarla ayakta anarak başlıyor. Dolayısıyla siyaset aslında iyi başlayanların değil, iyi bitirenlerin işidir. Herkes iyi başlar. Bizim iyi başlamamızın bir haber değeri yoktur. Kimse memleketin iktidarını millet teveccüh gösterip bize verirse hazineyi soymayı planlıyoruz demez. İhalelere fesat karıştıracağız, hepinizin canını okuyacağız, çoluğu çocuğu abat edeceğiz, sizi de berbat edeceğiz falan böyle şeyler demez. Herkese adalet, merhamet, nezaket... Bütün partilerin programları öyledir. İyi konuşanlar dönemi bitsin, iyi yapanlar dönemi gelsin. Artık iyi konuşanların değil, iyi yapanların beklendiği bir siyasal iklimdeyiz. Dolayısıyla siyaset başladığı gibi bitirebilmeyi başarabilenlerin işidir. Sen Cumhurbaşkanı parmağındaki yüzükle başlayıp öyle bitirebilseydi, fakir sofralarında oturdum, sofrasına oturacak fakir bırakmadım diyebilseydi, adalet ve kalkınma ismiyle başladım, adaletle başladım, kalkınmanıza vesile olabildim diyebilmek imkanına erişebilseydi, 2023 hedeflere tutturulabilseydi bugün bunlar konuşmuyor olacaktı. Biz bir parti kurmuş olmayacaktık. İtiraz ediyor olmayacaktık. Şöyle diyecektik. Memleketimiz masal ülkesi gibi oldu. Tayyip Bey bütün hedeflerini tutturdu. Allah'a hamdolsun olağanüstü bir memleketimiz var. Cumhurbaşkanımızın siyasi aforizmaları var. Faizin sebep enflasyonun sonuç olduğunu düşünüyorum. Ya bunu düşünebilirsin de bunu birine sorabilir misin mümkünse. Düşünme hakkınız var tabii ki ama sen cumhurbaşkanım bunu birine sorun lütfen yani. Şark hastalığından kurtulmamız gerekiyor. Halbuki Avrupalılar bu işi çözmüşler, iyi kural koymaya karar vermişler. İyi insan aramaktan vazgeçmemişler ama kurallara uyanlara iyi insan demeye karar vermişler. Kuralların kral olduğu ülkeyi kurabilmişler. Bizde hala krallarımız kural koyuyor. Bizde kurallara uyanları kral yapma, anlayışı gelişmesi lazım. İyi insanlar ama biz galiba iyi sistem kurmak mecburiyetinde olduğumuzu kabul etmeli… Sisteme uysunlar. Yani sisteme uymazsa evliya olsa tanımayalım. Sisteme uyuyorsa eşkıya olsa diyelim ki tamam bu vatandaş yani. Yani kurala, kaideye, riayet hattında yeni bir siyasal imkân bulmalıyız. VAROŞLARDAN CHP ÇIKACAKTI, MİLLÎ GÖRÜŞ ÇIKTI Böyle olduğu için partiler doğar. Tayyip Bey nasıl geldi? Herkes kendi öncesindeki dönemin hataları üzerine gelir. Tayyip Bey yüzde kaç faize geldi? Yüzde 2000'lere vurmuş faize geldi. Sokaklarda siftah yapılmamış krizlere geldi. Bir tane yollarda araba yoktu, o krizin üstüne geldi. Yani memleket abat olmuştu da Tayyip Bey gelmedi. Memleket berbat olmuştu. O berbat olmuş siyasal iklimin içerisinde ben daha iyisi mümkündür diyorum diye başladı. Millette dedik sana avans veriyoruz. En çok avans verilen adam odur. Fakir sofralarına oturarak başladı. İşte şeffaf belediyecilik, hesap veren belediyecilik, işte rüşvetin tahkir edildiği belediyecilik, kapıların açık olduğu belediyecilik, halkı duyan… Hatta CHP'nin vizyonu Millî Görüş'ün belediyeciliğiyle örtüştü. Varoşlardan aslında CHP çıkacaktı, varoşlardan Millî Görüş çıktı. Ama başarı şu, AK Parti'nin büyük bir illüzyonudur. Şöyle diyebiliyor beyefendi, 2 buçuk milyon fakir vardı geldiğinde, şimdi 17 buçuk milyon fakire bakıyorum diyor. 23 yıllık kudretli iktidarın şöyle
demesi lazım. 'Sofrasına oturacak fakir bırakmadım' demesi lazımdı. Onu o tonlamada söylüyor ki, millet diyor ki bravo. Adam o kadar fakire bakabiliyor. MİLLETİN EVLATLARINI BU KATİLLER SÜRÜSÜYLE AYNI SAFTA TUTAMAZSINIZ Şehitlerin sıralı tabutlarla teslim edildiği merasimlerde hafızamızdaki en derin acılar oradadır. Çocuklar fırlar merasim sıralarından. Babam hangisi? Ben hürmetsizlik olur diye, çözüm süreci diye başlattıkları süreç… Her gün şöyle bir şey yapayım diye çok arzu ettim ama şehitler üzerinden, gaziler üzerinden bilek güreşi yapmayayım diye, saygısızlık olacak diye yapmadım. Her gün tabuta sığmayan bir kahramanı paylaşayım, belki utanırlar dedim. Bakın o kadar acılar tazedir ki bu mevzuda. Şehitlerimizin olduğu bir gün Sayın Cumhurbaşkanı'na Trabzon'da şaka yaparken, tebessüm ederken gördüm ve kızdım ona. Dedim ki 'bu yapılmaz, şehitlerimiz var.' Hürmeten yapılmaz. Ranzasının üstünde ben ölürsem videomu paylaşmayı ihmal etmeyin, beni unutmayın diyebilen, aldığı 36 bin lira maaştan burs verebilen, ölürken kalanlara can olabilen milletin evlatlarını bu katiller sürüsüyle aynı safta tutamazsınız kardeşim. Haddinizi bileceksiniz. Öcalan'a kuru gönder falan, Öcalan'a mikrofon, Kandil'e kameralar, onların böyle şart yok silahları bırakın falan güya laflarınızın arkasında anayasayı, Lozanı, cumhuriyeti, böyle istihzayla, hakaretlerle birleştirmiş ağızlarından salyalar akarken yaptıkları konuşmaları, bunların hiçbirisini kabul etmiyorum. Türk milletine hakaret sayarım. Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne hakaret sayarım. Devletin kuruluşun iradesine hakaret sayarım. Şehide hakaret sayarım. Kürde küfür sayarım. Öcalan'ı Kürtlerin temsilcisi saymayı Kürde küfür sayarım. PKK'yı Kürtler için savaşıyor denmesini Kürde hakaret sayarım. Ben Öcalan'ın bize teslim edildiği süreçteki olana bitene bakınca aynı işin devamı gibi görüyorum bunu. Bu bir İsrail'in yerleşme planının bir aksi olabilir. Bizi ikna etmeleri lazım. Öcalan'la konuşarak oluyorduysa, niçin 99'da konuşmadıklarını, bu kadar şehidi niçin verdiğimizi, madem konuşarak oluyordu, 'ben devletin emrindeyim, Türkleri çok severim' diyecek kadar korktuğu, yakalandığı zaman, konuşarak çözseydiniz kardeşim. Bu 26 yıldır şehidin şühedanın, geride kalanın hesabını vermek zorunda kalırsınız eğer böyle yaparsanız. Konuşarak oluyorduysa, daha önce konuşulunca niçin kızdığınızı anlatmak zorundasınız. Konuşarak oluyorduysa, elinde bırakacak silahı olmamış PKK'ya niçin Kürtlerin muhatabı yaptığınızı izah etmek zorundasınız. PYD var, KCK var, elinde uyuşturucu, elinde madde bağımlılığına sebep olan, elinde Türk milletin istikbalini vurdukları silahtan çok daha tehlikeli bir silah var aslında. Madde bağımlılığına düşmüş evlatlarımız var. İstanbul'un göbeğinde 300 bin aile evlatlarını şikâyet ediyorlar. Evlatları tarafından öldürülmekten korkuyorlar. Bu uyuşturucu trafiğini KCK yönetiyor. Elinden alacaksanız PKK'nın silah, KCK'nın elindeki uyuşturucu alacaksınız. Elinde bırakacak silahı kalmamış PKK'nın değil, PYD'nin elindeki silahlar alacaksınız. YPG'nin elindeki silahlar alacaksınız. Dolayısıyla bu süreç kötü yönetiliyor. Ben bütün kaygılarımı ifade ediyorum. Şehitler ölmez. Şehitler evlatları için ölüyor efendim. Çünkü biz şehitler ölmez, vatan bölünmez diyoruz ve dönüyoruz. Sonra mezarın başına gidin görün bakalım kimin için ölüyor şehitler.
Mezarın başında bir gencecik kadın, 2-3 tane garip yetim, fakir bir babaanne. Terörsüz Türkiye'ye evet, Öcalan'la terörsüz Türkiye'ye hayır. Terörsüz Türkiye'ye evet, PKK'yla muhataplığa hayır. Terörsüz Türkiye'ye evet, Lozan anayasa dahil hiçbir şeyi bölücülere sormaya asla razı olmayacağız, hayır. Milli bütünlüğümüze evet, demokrasimizin güçlenmesine evet, Kürdün hakkım vardır diye, konuşmak istiyorum diye, konuşmak anlamında evet ama bu haklarını silahlı bir terör örgütünün üzerinden konuşmaya asla müsaade etmeyeceğiz, hayır. Dolayısıyla bizi burada devlet millet bütünlüğümüzü koruyacağız, cumhuriyeti koruyacağız, anayasayı koruyacağız, memleketin milletin varlığını koruyacağız. Kürdü bölücüden koruyacağız. Kürdü PKK'dan koruyacağız. Kürdü Öcalan'dan koruyacağız. DEVLET AKLI DİYE SUNULANDAN DEVLETİMİZİ KAYBEDEBİLİRİZ Devlet Bahçeli Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne de böyle geçti. Sayın Devlet Bahçeli'nin referansıyla geçildi. Tayyip Bey sisteme uymuyorsa sistemi Tayyip Bey'e uyduralım dendi. Ona da devlet aklı dendi. Yani Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne de devlet aklı dendi. Şimdi bu devlet aklıysa bu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin karnesine bakıyorum ben bu karne kötü. O zaman bizim bu devlet aklının karnesi zayıf. Tedbirli olmalıyız. 2018'de devlet aklıdır diye sunulan proje doları indirecek, ekonomiyi ayağa kaldıracak, ülkeyi uçuşa geçirecek, hazineyi dolduracak, işsizliği halledecek… Bütün bu, biliyorsunuz o Cumhurbaşkanımızın vaatlerini. Bunların bir tanesi olmadı. Şimdi devlet aklı diye başladığımız bir proje böyle kötü bir finalle buluştuğuna göre devlet aklı diye bize sunulanlara karşı tedbirli olma hakkımı kullanıyorum ve diyorum ki efendim tedbirli olmazsak o zaman devlet aklı diye sunulan sistemden devlet kurumlarını kaybettik. Bugün devlet aklı diye sunulandan devletimizi kaybedebiliriz.
DERGÂHTA DURAN DEVLETTE DURMAYACAK! Biz millet olarak çok irtifa kaybettik. Dergâh, dergâha benzemiyor, derviş dervişe benzemiyor. Hacı hacıya benzemiyor, hoca hocaya benzemiyor. Siyasetçi siyasetçiye benzemiyor. Çok aşındık. Türkiye'de bu tarikatlar dediğimiz, parasına, diline, konuşmalarına çok kızdığımız, devleti de istiskal ettiği için bu ne arkadaş dediğimiz, yani devlette yükselmenin öznesi haline geldikleri için de özellikle 15 Temmuz'dan sonra yeter artık falan diye asabımızın bozulmasına sebep olan bu alanda bir şeye ihtimam göstermemiz lazım. Herhalde 8-10 milyona tekabül eder Türkiye'deki mensubiyet alanları. Büyükleri var işte Mahmut Efendi, Esat Coşan menzil. Konya'da var, Nakşibendi Tarikatı var, Kadiriler var, Cehri zikir çekenler var, Hafız zikir çekenler var. Bunların arasında mesela 15 Temmuz'dan sonra bütün milletin iritilmesine sebep olan şey ne? Bu ne arkadaş? Bu devlet sizin babanızın tarlası mı yani? Ticaretiniz nereden? Bu ticaret nereden? Bu paranın bolluğu nereden? Bu müfredat ne kardeşim? Burada siz ne öğretiyorsunuz yani? Yani bir tarikata mensup olmak üzerinden geliştirilen devleti istiskal mekanizması niçin denetlenemiyor? Yani bir yere mensup olmak niçin yükselme sebebi oluyor falan diye bir kızgınlık var. Özellikle 15 Temmuz'dan sonra da çok ayyuka çıktı bu kızgınlık. Halklı bir kızgınlık bu.
Bütün bunlarda devletin tam kontrolü lazımdır. Müfredata bakılmalıdır. Ne öğretiliyor? Nasıl öğretiliyor? Yani Anahtar Parti Genel Merkezi 444 93 81 Hilal Mah. Rabindranath Tagore Cad. No:66 06550 bilgi@anahtarparti.org Çankaya/ANKARA anahtarparti.org burası iyi insan yetiştirme mekanizmasıysa, buradan mamul hale gelmiş iyi insan…Yani şöyle düşünün, ham insanı veriyorsunuz tornaya. Dergâh bu demek. Yunus çıkacak değil mi? Öyle olması lazım. Derviş çıkacak. Tapduk Emre dergâhına vereceksiniz insanı, Yunus çıkacak. Yani sözü yumuşak, kalbi hikmetli, işi hikmetli, makamdı, devletti, istiskaldi falan değil. İnsanların kalbine yürüyen, hakka hakikate yürüyen bir şey çıkacak. Çıkmıyor kardeşim yahu. Türkiye'de bu tarikatların doldurduğu bir boşluk var. Onu pek bilmez millet. Çok mühim bir şeydir. Bozulunca arttı.
O yüzden fark edildi. Tarikatlar paraya, saltanata, makama, mevkiye tamah edince aslında tasavvufun bünyesinde şu var biliyorsunuz. Terk etmek, malı terk, dünyayı terk, mevkiyi terk, inzivaya çekilmek, ortalama her şeyden uzak kalmak dünyadan. Bir şeye sahiplenmemek, yani benim olan her şey sizin demek, herkesin güvenebileceği, ayırmadan dini mezhebi meşrebi, herkesin kalbine yakın durabilmek, güvenilir olabilmek falan. Bizde radikalleşmenin önündeki en büyük bariyer tarikatlardır. Şimdi de kör testerelerle, İŞİD'in, Taliban'ın, DEAŞ'ın falan benzeri sapkınlıkların Türkiye'de neşet etmemesinin önündeki en büyük engel tarikatlardır. Onlar tutarlar. Ortalama toplumun ulaşamadığı bir sürü katman vardır. Eğiterek devletin ulaşamadığı o katmanlar buralarda öbek öbek toplanırlar. Onlar bu hatta tutulurlar.
Bura olmasa inanın o kadar fazla radikal unsur çıkardı ki bu toplumda. Son dönem niye çıkmaya başladı biliyor musunuz? Paraya, pula, dünyaya, makama tamah savruldular. Bu savrulma tatminsizlik alanı oluşturduğu için millet şöyle olmaya başladı, 'Allah belanızı versin.' Böyle deyip kahırla Suriye'de DEAŞ'e katılan, Taliban'a katılan, İŞİD'e katılan bir sürü münasebetsiz şey oldu. Anahtar parti her şeyi mecrana oturtacak. Herkes yerinde duracak kardeşim. Dergahtaysan dergâhta duracaksın. Dergâhta duran devlette durmayacak. Dervişsen, nerede dervişsen orada duracaksın. Hayatın içinde milletin kalbine yakın duracaksın. Parada, makamda, mevkide, kontrolsüzlükte değil, herkese güven olacak merhamette duracaksın. Yunus hattında duracaksın. Ama Türkiye'de her mekanizma gibi bozuldu. Ben kesin olarak bu hatların özellikle 15 Temmuz'dan sonra çok keskin olarak belirlenmesi gerektiğine inanıyorum. Sebebi şu: Mensubiyet ödüllendirilemez kardeşim. İnsanlar istediği şeye inanabilir. Ama bir şeye mensubiyet duymak, hak etmediği makama gelmenin trampleni haline getirilemez. Mensubiyetle yükselemezsin kardeşim. Liyakatle yükselirsin. Neye inanırsa inansın, devlet şu mekanizmaya bakmak zorundadır: Devlet ortalama bir hat üzerinde herkese eşit davranabilen bir mekanizmaya dönecek. Tarikatların özellikle 15 Temmuz'dan sonra boşalan alanı böyle mensubiyetle doldurdukları kontrolsüz bir alan haline geldi. Onu ben çok baskın olarak görüyorum. Filanca topluluk filanca yerde. Devletle irtibat bozar. Siyaseti nasıl bozuyorsa, kontrolsüzlük oralarda bozdu. Hudutsuz para bozar, denetimsiz para bozar, eğitimin ne olduğunu bilmediğiniz ve mamulün ne olduğunu bilmediğiniz o kontrolsüzlük devlete de yüktür, topluma da yüktür, dine de yüktür. Şimdi biz birkaç şeyi bir arada yapmamız lazım: Dinimizi koruyacağız, devletimizi koruyacağız, insanımızı koruyacağız. Her şeyi yerli yerine oturtarak yapacağız bunu. MUHSİN YAZICIOĞLU'NUN HATIRA DEFTERİNE İSMİMİ YAZAMADIM
Toplumsal vicdan bu meselelerde hak yerini bulmadığı, ciddiyetle soruşturulmadığı, suçlular bulunamadığı, hak ettikleri cezalar verilemediği yahut ortaya çıkarılamadığı bu benzeri hüküm cümlelerine toplumsal vicdan çok onaylanmış şekilde sükunetle dahildir. Yani hep bu konuda sanki Türk milletinin ortak sükuneti gibidir bu. İçinde bizim mahcubiyetlerimiz de vardır. Bir dava 15- 16 sene üstünden geçtikten sonra şöyle yapacağız, böyle yapacağız diye konuşulmaz. Benim hususi hassasiyetim şudur. Partisi var Muhsin Başkan'ın. Sinan aidiyetinin taşıdığı bir siyasi yapılanma var. MHP, Ülkü Ocakları. Şarkışla'ya 4-5 ay önce bir gittik. Muhsin Yazıcıoğlu'nun müzeye çevrilmiş evini ziyaret ettik. Hatıra defteri var. Bir şeyler yazıyorsunuz oraya gidince. Partisi var. Partisinin bir genel başkanı var geride kalan. Ailesi var. Hatıra defterine ismimi yazamadım. Kardeşi olarak ismimi yazamadım. Bir şeyler yazdım aziz hatırasına. Bu kadar sene sonra şehadetin süreci içerisinde sorumlu olduğunu düşündüğümüz yahut ortaya çıkmadığı için vicdanımıza yük ettiğimiz bir sürü şey var. Onlarla ilgili diyebildim ki 'ismimi yazamayacağım bir mahcubiyetle bir gün gelip bu deftere ismimi şerefle yazabileceğim kadar bu şüpheyi ortadan kaldırabileceğim yahut bu sorumluları ortaya çıkarabileceğim güne kadar ismimi yazmamanın edebiyle' falan demek zorunda kaldım. SİNAN'IN VEFATINDA BAŞIMIZDAN VURULMUŞ GİBİ OLDUK
Sinan Ateş bambaşka bir şey. Ülke ocaklarında bulunmuş bir nesil için Sinan vefatında bizim de kaldırımda kalmışlığımızı temsil ediyor. Biz de başımızdan vurulmuş gibi ocak görmüş herkes böyle oldu. Bu kaldırımdaki yatan Sinan'ın aziz naaşı, onunla beraber biz, onunla beraber hatıralarımız, hayallerimiz, ideallerimiz falan bütün bir nesil, bütün bir ülkü nesli şöyle bir şeye kapıldık hepimiz. Biz başımızdan vurulduk gibi olduk. Herkes böyle bir şey hissetti. Başımızdan başımız olaydı biz başımızdan vurulmazdık gibi bir duyguyla başsız kaldığımızı hissettik. Biz başsızız o yüzden başımızdan vurulduk falan gibi bir şeye düştük. Bir tarafı muhasebe edilmesi lazımdır. Sinan dahil buna hepimiz dahiliz. Ben de dahilim bu dediğime. Hürmetsizlik olmadan söylemem lazım. Mazlumu olduğumuz şeyin zalimiyizdir. Biz olacak biraz böyle bir mekanizmadır. Yani bize yapıldığı için mazlum oldukları yapmışızdır. Çocuklarının feryadı kulaklardadır. İki tane kuzunun baba diye çığlıklarından utanmamak bizim hissemize düşmeyecektir. O çocukların baba çığlıkları her vicdana yüktür. O yükün adalet tecelli edince kalkacağını bilmek bizim namus borcumuzdur. Aynı şey Muhsin Başkan için de geçerlidir.
ARKASINDAN HİÇBİR ŞEY YAPAMAMIŞ OLMANIN MAHCUBİYETİ BİZE ZİLLET OLARAK KALSIN
Ben mecliste hiç böyle konuşma yapmak istemedim. Arkadaşlarım rahmetli Muhsin Başkan'la hani bir teşrik-i mesaimiz oldu diye İYİ Parti'deyken diyorlardı ki Muhsin Başkan hususunda konuşulacaksa sen konuş. Bunlar da bilmiyorlar hassasiyetimi. Dedim ben konuşmam, Muhsin Başkan'la ilgili beni konuşturmayın lütfen. Onlar da bana hürmeten sen konuş yani çünkü hukukunuz var…
Bir kere konuşmak zorunda kaldım. O da fiili durum oluştu. Bir önerge verildi faili meçhullerle ilgili. 3 dakikalık bir konuşma düştü bana. Orada diyebildiğim bir şey vardı. Muhsin Başkan her evin cenazesi olmuş bir adamdır. Her evden oy alamamış ama her evden hissesine bir Fatiha düşmüş bir kahramandır. Siyasetçiler için her evden oy almak başarıdır ama
siyasetçilerin vedasında her evden bir Fatiha çok az siyasetçiye nasip olur bir kıymettir. O böyle bir kıymete mazhar olabilmiş biridir. Ömrü boyunca devletine hizmet etmiş, ömrü boyunca devleti her ihtiyaç duyduğunda orada olmayı milletine borcu bilmiş namuslu bir memleket evladıdır.
Hayatı boyunca devletine bir gün ihtiyaç duydu, karlı dağların başında. Orada devleti yoktu. Bir gün ihtiyacı vardı devlete, o gün devlet yoktu. O gün Muhsin Başkan'la beraber devletin kapasitesi de karlar altında kaldı. Devlet de karlar altında kaldı. Sadece Muhsin Başkan değil. Ömrünü adadığı devletine, işkencelerine maruz kaldığı halde küsmediği devletine, gençliğini adadığı halde adanmışlığından asla vazgeçmediği devletine, 10 sene zindan yatıp berat ettiği halde bir gün devletine kahretmediği sevgisine hürmeten bir gün ihtiyaç duymuştu. Devletim beni bulsun diye bulamadı. O mahcubiyet de dahil hepsinin bizim omuzlarımıza yüklediği bir sorumluluk var.
Ama böyle vefatından sonra 15-16 sene geçmiş, bu yanlış iştir. 16 sene sonra biz kardeşleriyiz, şöyle yapacağız, böyle yapacağız diye laf etmek bize zillettir. Yapılması gerekiyordu yapılamadı. Sorulması gerekiyordu sorulamadı. Başarılması gerekiyordu başarılamadı. 16 sene sonra buradan böyle konuşmak falan her kelam kalbimize, şerefimize, izzetimize yüktür. Beni mazur görürseniz Allah'tan dileğim şudur, bu kalbime yük ettiğim, utanç saydığım, bizim başımıza böyle bir şey gelseydi, gök kubbeyi yıkacağına inandığımız birinin arkasından hiçbir şey yapamamış olmanın mahcubiyeti bize zillet olarak kalsın. Duamız da şu olsun ki bu zilletten kurtulacağımız bir imkân buluruz da en azından birinin yüreğine ferahlayıp dua düşer de der ki Allah razı olsun belki bu zilletten kurtuluruz.
Sadece bu mesuliyet hattında duracağım. Konuşmak beni rencide ediyor. Yani şöyle yapacağım, böyle yapacağım falan bunu herkes diyebilir ama biz dersek bize pek yakışmıyor. Devlet, soruşturma anlamında kudret ele geçince yapılacaktır. Mahkeme sürecinde, IELT cihazında onları tornavidayla söken adamlar yakalandı biliyorsunuz. Ondan 6 yıl sonra Tayyip Bey'e suikast etti diye tutuklananlar, Muhsin Başkan'ın helikopterinden IELT cihazını, hafıza cihazını, tornavidayla sökerken görüntüleri çıkanlar. Şimdi arada şöyle bir problem var. Hatıra olsun diye söktük diyorlar mahkemede. Görüntüler geliyor. Hâkim soruyor, diyor ki bunlar siz misiniz? Diyor ki biziz. Ne yapıyorsunuz? Diyor, IELT cihazını söküyoruz diyor. Nerede diyor cihaz? Hatıra olsun diyor söktük diyor. Nerede diyor cihaz? Kaybettik diyor. Şimdi böyle bir ifadenin müeyyideye dönmediği bir mekanizma, böyle ifade verilebilen bir mahkeme, mahkeme oluyor, böyle ifade veren adam gezebiliyor, dışarı çıkabiliyor. Sonra bu adam Tayyip Bey'e suikastte yakalanınca 15 Temmuz'da şöyle diyorlar, bu alçak var ya Muhsin Yazıcıoğlu'nun helikopterinden IELT cihazını söken alçak. Şimdi bunların hepsi; suistimal demek, pervasızlık demek.
94'TE NE DİYORSAM BUGÜN DE AYNI ŞEYİ SÖYLÜYORUM
Eskiden ayrıldığımız zaman şunu yüzden ayrıldık, bu yüzden ayrıldık demeyi severdim. Sonra baktım ki yorucu. Kendi kalbimi yokladım. Dedim ki ben ayrılmadım ki ora benden ayrıldı. Yani fiilen ben ayrılmış gibi duruyorum. Ben hala aynı hassasiyet ve hat üzerinde duruyorum. Ben bir yerden ayrılmıyorum, ben duruyorum aslında. Kimisi fikrinden ayrılıyor, kimisi koordinatından, konumundan ayrılıyor. Ben kem söz etmemeye çalışıyorum, siyasete bir terbiyeyle yapmaya çalışıyorum. Denemekten asla vazgeçmeyenlerin yurdudur burası. Dolayısıyla denemekten vazgeçmemektir kudretimiz. Bunu demekten vazgeçmiyor olmamız bizim kuvvetimiz, kudretimizdir. Benimki denemekten vazgeçmemek. Bizden öncekiler denediler, başaramadılar. Pes etmedik devam ediyoruz kuvvetini kullanıyorum ben. Bazen her şey yerli yerinde olsa bile milletin kalbine giremiyorsunuz. Dua alıyorsunuz, oy alamıyorsunuz. Bazen oy alıyorsunuz, dua alamıyorsunuz. Bazen iktidar oluyorsunuz, muktedir oluyorsunuz, hedef tutturamıyorsunuz. Dün öyle demiştim de bugün böyle demiştim. Buna özne olabilecek bir fahiş, majör bir hatam yok. Nihayetinde dün ak dediğimize bugün kara demiyoruz. 94'te ne diyorsam bugün 2025 aynı şeyi söylüyorum. Bir gün devlet düşmanlarına gülmedim, bir gün tebessüm etmedim, bir gün helal dediğim haram demedim. Yanımdaki arkadaşlarımız bu kadar uzun iktidarda kaldınız mı çok insan azalıyor. Liyakatli şöhretsizler, memleketine borçlu olduğunu düşünenler,
kendisinin bulduğu nimeti başkaları bulsun diye kendisini milletine borçlu bilenler, ellerinde kazandıklarını istifleyip ölmek yerine kazandıklarını milletler için harcamayı göze alabilenler falan diye bir şey mayalanıyor Anadolu'da arkadaşlar. En bilenler değiliz ama en bilmediğini bilenleriz biz. En iyiler olmadığını bilenleriz. İyileri memlekete getirmeyi borcu bilenleriz. İddiamız devleti, bu milleti ayağa kaldırma iddiasıdır. Kim kurtaracak değil, ne kurtaracak kavgasıdır. Bizi kim kurtaracak kavgasına asla düşmeyeceğiz. Tayyip Bey bana desin ki, AK Parti dışından bir tane adam vermeyeceksin. Ben AK Parti'nin içerisinden 10 tane devleti ayağa kaldıracak kadro çıkarırım. Aynı şey MHP için geçerli. Devlet Bey desin ki bana buradan diz. Ben Ülkücü Camia'nin içerisinden devleti ayağa kaldıracak 10 tane kabine çıkarırım. Yetişmiş evlatlar var memleketin. Yetişmiş evlatlarını hak ettikleri mevkiiyle buluşturacak bir mekanizma çalışmıyor.
BU MEMLEKETİN BİR TANE KURUCU ÖNDERİ VAR MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Ben birazcık kızdım. 40 bin kişiyi öldürmüş bir caniye kuru önder diyorsunuz. Bu nasıl bir tehlikeyle bizi karşı karşıya bırakıyor biliyor musunuz? Fetullah Gülen'e Mehdi demek üzeresiniz. 250 kişi öldürdü yani. 40 bin kişiyi öldürene kurucu önder dediğinize göre herhalde buna da Mehdi deyin d rahatlayın dedim. PKK ile barışıyorsunuz, PKK ile konuşuyorsunuz, Öcalan'ı kütlerin temsilcisi diye sunuyorsunuz, Öcalan'a teşekkür ediyorsunuz. Sonra da diyorsunuz ki 15 Temmuz'un seneyi devriyesi gelince kararlılıkla mücadeleye devam edeceğiz diyorsunuz. Kim inanır size? Bu memleketin bir tane kurucu önderi var Mustafa Kemal Atatürk. Şimdi kurucu önder gibi bir vasfı çocuklarımızın 40 yıldır canına kastetmiş bir alçağı kullanabiliyorsunuz. Sonra siyaseten bizim şuna inanmamızı istiyorsunuz. Bizim bu söylediğimize inanın. Siz her söylediğinizden dönmüş olduğunuzun zirvesidir bu. En çok Öcalan'a kem söz ettiniz. Üstelik buna hakkınız vardı. Ondan döndünüz. Şimdi siyasetçiler şöyle görünmeye başladı. Sevip de sövmedikleri, sövüp de sevmedikleri dost olup düşman olmadıkları, düşman olup dost olmadıkları, bugün tersini savunup da tam tersine iddiada bulunmadıkları bir tane mevzular kalmadı.
MÜSLÜMAN OLMAYAN TÜRK ÇIKIŞI anahtarparti.org Şimdi bu ikisi de ilk çözüm sürecinin sözleri. Bu bir lokanta sohbeti. Ben ilk çözüm süreci dahil, bu çözüm süreci dahil, 90'daki çözüm süreci dahil hepsinde milim sapmamış biriyim. O zaman şimdiki çözüm sürecinde de yapılan bir şey yapılıyordu. İlk çözüm sürecinde PKK'lılarla görüşmeye dini referanslar veriliyordu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tabelaları kaldırılıyordu. Tabelaların kaldırılmasına da dini referans veriliyordu ve şöyle deniyordu. Peygamber Efendimiz Hudeybiye'de barış için kendi isminin silinmesine razı oldu deniyordu. Bu Fetullah Gülen'in sözüydü. Dini referanslarla, PKK'yla görüşme metaforları meşrulaştırılmaya çalışılıyordu.
O arada ben bu programın evveli, yani bu programın bir saatlik bir program, orada çok net. Çözüm sürecinde bütün demeçlerin benim çok net, PKK muhataplığını, niçin PKK'yı aynı şekilde Kürdün temsilcisi yapıp muhatap aldıklarını, pişman olmadıklarını, efendim yaptıklarından nedamet duymadıklarını, biz terörsüz Türkiye falan diyoruz. Şimdi 30 tane silahı koydular Öcalan konuşuyor. Aynı şey o zaman da oldu. Diyorum ki pişman olan yok. Silahlarla davul zurna çalarak buradan gidiyorlar. Türkler savaş meydanlarında diyorum. Bu konuşmada da var. Benzer konuşmalarımın tamamında da var. Bu aslında PKK'ya açtığım alan değil. Dindar Kürtlere, PKK sizin temsilciniz değil. Bunlar zaten Müslüman da değil hassasiyetimi anlatmaya çalıştığım bir lokanta sohbeti bu. Bunu bir arkadaşım var benim o çekti. Sohbet ediyoruz dört kişi yemek yiyoruz. O sohbet bir saatlik sohbettir. Kendisi de yazdı ki bu Yavuz Ağıralioğlu'na operasyondur. Bu 2013'te bir sohbette benim çektiğim lokantada bir sözdür.
Üniter yapıyı konuşurken ben çektim dedi bunu. Bunun önünü arkasını kesip bu hale getirdiler. O da Zafer Partisi'ndeydi bunu yapan arkadaş. Dolayısıyla efendim teröristin Kürt'ü olmaz, Türk'ü olmaz falanı anlattığım bir sohbetin içerisinden cımbızlanmış ve şu hale dönüştürülmüş. Yani aslında bir metafor olarak kullandım bunu. Metaforu da kullanmamın sebebi şu. Dindar Kürtlere bu cinayet şebekesini, dinsiz, imansız bir cinayet şebekesini şikâyet etmeye çalışırken kullandığım bir metafor bu. Öbürü hassasiyetim de şu; PKK'ya Kürt demeyin. Kürt terör örgütüne Kürt demeyin. GEL BİZE KARDEŞİM!..
İYİ Partideyken bu Yavuz, AK Parti'ye gidecek diyen herkes AK Parti'ye gitti. Bana AK Parti'ye gidecek diyen, 'Yavuz Tayyip Bey'e, Devlet Bey'e o yüzden böyle kibar kibar konuşuyor. Bak bu zaten Cumhur İttifakı'nın bizim içimize yerleştirdiği bir adamdır' diye fitne yapan herkes AK Parti'ye geçti. Ben bir yere gidemedim diye İYİ Parti'ye, ben bir yere gidemedim diye Anahtar Parti'ye gelmiş biri değilim. Anahtar Parti'de kurulcu olmuş değilim. Ben bilerek, kast ederek İtirazın itibarlı olmasına inandığım için buradayım. İtirazın partisini kurduk biz. 'Gel bize kardeşim, beraber siyaset yapalım, memleketi beraber yönetelim ne istiyorsan' denildi bana yıllardır. Bir gün arkadaşlarımla istişare etme ihtiyacı duymadım. Sinan Bey'in çok sert ve köşeli sözleri vardı. Devlet Bey'in vardı. Meral Hanım'ın vardı. Benim yok öyle köşeli yok. Eleştirilerim var, tenkitlerim var. Yani bir davet almak ve davetten sonra gitmek bende sakil durmazdı. Onu demeye çalışıyorum. 'Davet aldım da arkadaşlar ne diyorsunuz gidelim mi?' vallahi demedim.
MERAL HANIM'A HAKSIZ KIZILDIĞINI DÜŞÜNÜYORUM
anahtarparti.org Meral Hanım süreci ahenkli yönetememiş olabilir. Süreçle ilgili Meral Hanım hatırlatmalarının hepsinde doğru yerde durdu. Sadece doğru ifade edemedi. Hak teslim ediyorum. Kemal Bey'le kazanılamayacağını kendisinin partisinden aday olmadığını, kendisinin de aday olmadığı için kazanılacak aday vurgusuyla yürümenin muhalif seçmene iltifat ve hak teslimi olduğunu çok korudu Meral Hanım. 6 kişi ortak aday belirler, 1 kişi itiraz ederse de asla aday olunmazı karineye çevirdi. 'Kemal Bey'le ilgili de araştırma yapılsın eğer kazanacaksa ona da itirazımız yok ama anketlerde görünüyor ki kazanamıyor' dedi. Sonra kazanacak adaylar davet edildi, kazanacak adaylar sorumluluk almayınca…Meral hanımın masaya döndüğünde yüzündeki ifade şöyle bir ifade: 'Ben kazanılamayacağını size söylüyorum, ikna edemiyorum. Kazanamayacağınız bir süreçte İYİ Parti'nin de itirazlarını dinlemiyorsunuz, bizim emeklerimizi boca ettiniz bir mağlubiyete, bizi bu masaya zorla geri döndürdünüz. Allah ne haliniz varsa size göstersin' kahrı vardır yüzünde. Meral Hanım böyle kazanılamayacağını söyledi neye güvendi biliyor musunuz? Nasıl olsa altı liderin mutabakatıyla çıkacak. Kemal Bey dedi ki 'bir kişi itiraz ederse olmayacağım.' Sonra bunun istisnası yaptılar. Sen itiraz etsen de olacağıma geldi. O yüzden masa yıkıldı. Süreç doğru yönetilseydi başka türlü olabilirdi ama bu mevzuda Meral Hanım'a haksız kızıldığını düşünüyorum. İletişimi doğru planlayamadıklarını düşünüyorum.
SİNAN OĞAN'IN HESABINI YAVUZ AĞIRALİOĞLU'NA SORMAK NE DEMEK?
Sinan Ogan meselesinde muhatap ben değil Zafer Partisi'dir. Cumhurbaşkanı adayıdır Ata İttifakı'nın. 15 gün sonra memleketi teslim edeceğiniz adamın böyle yapacak olması sizin için de doğru adamı bulamıyor olmak anlamında, hesap vermeniz anlamında sizin sorumluluğunuzdadır. Sinan Oğan'ın hesabını Yavuz Ağıralioğlu'na sormak ne demek? Cumhurbaşkanı adayı çıkıyorlar, kendileri takdim ediyorlar en çok da AK Parti muhalifi olduklarını kendileri söylüyorlar. Bu arada bizi de AK Parti'ye yancı olmakla suçluyorlar. Cumhurbaşkanı adayları AK Parti lehine çekiliyor, ben utanacağım. Ne güzel dünya. Aday sizin, isabetsizlik sizin, isabetsizlikten doğan sonuç sizin. Onca muhalefetinize rağmen AK Parti'nin lehine neticeleniyor. Sonra diyorlar ki Yavuz Ağıralioğlu, Sinan Oğan olmayacağınızı nereden bilelim? Bunu Ümit Bey'e sorun, Zafer Partisinden arkadaşlara sorun, onlar versin hesabını. Ben niye vereceğim? Cumhurbaşkanınız olacak. Cumhurbaşkanının 15 gün sonra ne yapacağını kestiremediğiniz bir haline dönüşmesinden mahcubiyet duymuyorsunuz mesela. Ben niye vereceğim bunun hesabını? Yani ben kendisine imkân verilmiş de imkana iltifat etmiş, makam verilmiş de, ya susması ya da razı olması karşılığında kendisine bir şey teklif etmiş de pozisyonunu buna ayarlamış biri değilim. Ben nerede duruyorsam orada duruyorum. AK Parti lehine değil, Kemal Bey aleyhine irade beyan ettim. Dedim ki kazanamayacaksınız. Bir yere aitseniz ait olduğunuz yerden karşı taraf lehine feragatta bulunamazsınız. Ben karşı taraf lehine feragatta bulunmadım. Ait olduğum yerin ilkesizliğine itiraz ettim. İkisi arasında AK Parti'ye oy verenler, kastetmiyorum nezaketsizlik saymasınlar, Millet İttifakı'nın içinde olup Cumhur İttifakı'na çalışmak…Bu ilkesizliği siyaset kaldıramazdı. Ben oraya düşmedim. Arada kılıç farkı var.
MÜSTAKİLLİK İRADEMİZİ KAVİ TUTMAK İSTİYORUZ
anahtarparti.org Ama biz müstakil bir siyasi iradeyi temsil ediyoruz şu anda. Bazen ittifak dediğiniz şey sinerji doğurmuyor. Diyorlar ki bu ara çok duymaya başladım bunu. İYİ Parti, Zafer Partisi ve Anahtar Parti yüzde 16'ya tekabül ediyor. Şimdi bu siyasal denklemde yüzde yarımların sonuç değiştirdiği yerde 15-16'lık bir kütle, hemen hemen de sınırlarında neyi koruyacağıyla ilgili bir homojenleşme olan bir kütle bu. Yüzde 15-16 da sistemin bütününü alt üst ediyor. Ama ben yönetebilen bir iradenden bahsediyorum. Yani bozabilen değil, dengeyi değiştirebilen değil. Bizzat kendisi denge kurabilen, bizzat kendisi yönetebilen. Dengeyi ayarlayacak olan, terazinin bir kefesine konulacak olan, bir tarafa yaslayınca yaslanmasın milletine yaslansın, sonucunu değiştirsin. Ben milliyetçiliğimin hazineyi doldurmasını istiyorum. Bir babanın cebindeki harçlık olsun istiyorum. Benim milliyetçiliğim bir annenin sofraya koyabildiği öğün olsun. İstiyorum ki şöyle denesin: Ne milliyetçiler ülke ayağa kalktı, abat oldu memleket. Türkiye'ye bakın tanınmaz bir memleket haline geldi. Memleket gürül gürül memleket oldu. Bunu yapabilme maharetinin adı milliyetçilik olsun istiyorum. Sonuna kadar müstakillik irademizi kavi tutmak istiyoruz.
BU SEÇİM ÖCALAN'A ÖVEREK KAZANMAYA HAZIRLANIYORLAR
2023 seçimlerinde Kemal Bey'e şöyle diyorlardı ki ben masadan bu hassasiyetle kalktım. Masadan kalktığı gibi duran tek kişi benim. Masanın bu tarafından gölge düştü diye kalktım. Masanın bu tarafı yıkıldı bu sefer. Masanın altında DEM var yedinci ayak diyorlardı, yedinci ayak hükümet tarafından çıktı. Kemal Bey'e diyorlardı ki Cumhurbaşkanlığı makamına terörün gölgesini düşürdü. Kandil ile görüşüyor, PKK ile müzakere ediyor, DEM ile pazarlık ediyor. Selahattin'i bırakacak, Kavalay'ı bırakacak, itiraf et Öcalan'ı da bırakacak mısın diye kampanya yaptılar. Geçen seçim Kemal Bey, Öcalan'ı bırakacak diye bağırıyorlardı. Meğerse Kemal Bey'in kendilerinden önce bırakacağından korkuyorlarmış. Çünkü bu geçen seçim Öcalan'a söverek kazandılar. Bu seçim Öcalan'a överek kazanmaya hazırlanıyorlar. Şimdi bu kadar hızlı dönüşü siyasette, siyaset teorisi açısından da, siyaset sosyoloji açısından da konuşup bir yere bağlamanız mümkün değildir. Dolayısıyla efendim bu siyasette bu dediklerinizin hepsi oldu. O yüzden siyaset kurumu, siyasetçiler güvenilmez insanlar haline geldi. Bunların ne dediğinin bir önemi yoktur. Dostluklarının bir önemi yoktur. Düşmanlıklarının bir önemi yoktur.
MEMLEKET-MİLLET BORCU ÖDÜYORUZ!..
Bu siyaset benim mesleğim değil. Benim bir mesleğim var, rızkımı kazandığım bir işim var. Bu benim memleket-millet borcum. Memleket millet borcunda şu mesuliyetle konuşmayı seviyorum. Efendim ben bir dam buldum üstümde doğduğumda. Üşümedim hiç. Ev buldum soba buldum. Yemek buldum. Öğretmen buldum. Okul buldum. Hastane buldum. Doktor buldum. Eczane buldum. İlaç buldum. Alacak para buldum. Bulabildiğim bütün bu imkânları 'ben hak ettim de Allah bana verdi', haşa huzurdan böyle demiyorum. Benim bulduklarımı bulamayanlara borcum var diye bir siyasi mesuliyet hattında parti kuruyoruz. O yüzden şöyle dedim, bulduk bulamayana, annemiz vardı annesi olmayana, babamız vardı babası olmayana, efendim okul bulduk bulamayana, doktor bulduk bulamayana, ilaç aldık alamayana borcumuz var diye ben memlekete borcum var diye hecelediğim bu şeyin o kadar kıymetli kalplerde yeşermiş desteklerini buluyorum ki; yani devletle ticaretimiz yok yani siyaseten sizle mevzileniyoruz bugün size vereceğiz sizi borçlandırıyoruz gibi zannetmeyin bu kadar nazik destekler alıyorum ve şöyle diyorlar memleket borcu ödüyoruz efendim. Bizim çocuklarımızın bulduklarını bulamamış ailelerin çocuklarına borç ödüyoruz. Size destek olacağız diyen o kadar kıymetli bir destek. Nasıl biliyor musunuz? Bina 100 bin lira diyelim. Efendim size bedava. Size 4 ay bedava. Efendim bina sizin. Bina boş size bir yıl bedava. O kadar çok kıymetli, gönlüyle destek veren, o kadar çok sine var ki benim umudumu kamçılayan, umudumu besleyen şey bu. Memlekete borç ödeyeceğiz; biz de varız, biz de borçluyuz diyen çok kıymetli bir destek alıyoruz. Bunların içerisinde iş adamları var, bunların içerisinde memurlar var, bunların içerisinde esnaf var. Biz bu kadar partiyi, bu kadar kısa zamanda milletine borçlu olduğu duygusunu mesuliyet olarak taşıyan, bu milletin evlatlarından bulduklarımızı da açıyoruz."