Manşet Haber Girişi : 09 Nisan 2021 09:02

MİMAR KOCA SİNAN’I ANARKEN

 MİMAR KOCA SİNAN’I ANARKEN

 MİMAR KOCA SİNAN’I ANARKEN

Sami NOGAY

 

Mimar Sinan, 1490 yılında Kayseri’nin Ağırnas köyünde doğdu. 9 Nisan1588 yılında İstanbul’da öldü. Hayatı ile ilgili bilgiler çağdaşı olan Mustafa Sai Çelebi’nin Tezkiret ül-Ebniye ve Tezkiret ül-bünyan adlı eserlerine, yazarı bilinmeyen yazmalara (Tuhfet ül-mimarin, Risalet ül-mimariye, Adsız risale) kendi vakfiyelerine ve baş mimarlığı dönemindeki yazışmalara dayanır. Bu kaynaklara göre Sinan, Yavuz Sultan Selim döneminde (1512) İstanbul’a getirildi, önce taşra hizmetinde çalıştırıldı. Daha sonra Yeniçeri Ocağı’na yani bugünkü deyimle asker ocağına alındı. Sekiz yıllık Enderun eğitiminden sonra bugünkü deyimle İstikam subayı olarak Kanuni Sultan Süleyman’ın Belgrat (1521) ve Rodos (1522) seferlerine katıldı. Mohaç seferinde (1526) zemberekçibaşılığa (bugünkü deyimle Baş teknisyenliğe) getirildi. Viyana (1529) ve Irak (1534–1535) seferlerine katıldı. Van gölünü aşacak üç geminin yapımında gösterdiği başarısıyla hasekiliğe yükseldi. Boğdan seferi sırasında (1536) Prut nehri üzerine on üç günde kurduğu köprüyle dikkati çekti. Acem Ali’nin ölümünden sonra sermimaran-ı hassa (saray baş mimarı) oldu ve bu görevini Sultan II.Selim ve Sultan III.Murat dönemlerinde ölümüne kadar sürdürdü. Mimar Sinan’ın görevi bugünkü Bayındırlık ve İskan Bakanlığına denk bir görevdir. Osmanlı Cihan Devletinin en güçlü çağında yaşayan Mimar Sinan, hassa mimarları örgütünü düzenleyip yönetmesinin yanı sıra gerçekleştirdiği eserleriyle klasik Osmanlı mimarlığının oluşumunu ve gelişimini sağladı. Çeşitli kaynaklara göre; 84 cami, 52 mescit, 57 medrese, 7 darülkurra, 22 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa, 6 suyolları ve kemerler, 8 köprü, 8 mahzen, 20 kervansaray, 35 saray, 41 hamam olmak üzere üç yüz altmışı aşkın yapısı vardır. Sinan’a bağlanan yapıların iki yüz seksenden fazlası İstanbul ve yakın çevresiyle Trakya’ da bulunmaktadır. Diğer yapılar Balkanlar, Ortadoğu ve Arabistan’a kadar uzanmaktadır. Bu durumda yapıların bir bölümünün onun denetimi altında öğrencileri yada ona bağlı mimarlarca gerçekleştirildiği sanılmaktadır. Baş mimar olmadan önceki yapıları arasında Üçbaş mescidi ve medresesi (1530/1531), Muhsine hatun Mescidi (1532/1533), Kasımpaşa Camii (1533/1534) belirtilebilir. İstanbul’daki Haseki Külliyesi baş mimar olarak gerçekleştirdiği ilk eseridir. (1538–1539). Beş yıl sonra bitirdiği ve ilk önemli eseri olan Şehzade Külliyesi’ni (1543–1548) çıraklık dönemi eseri olarak nitelendirir.

 

Bu yapıda Sinan, dört ayağa oturan ve dört yarım küreyle desteklenmiş merkezi kubbe şemasını uygulamıştır. Bunun ardından Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Camisinde ise yarım kubbelerin sayısı üçe indirilmiştir. Kendisinin kalfalık eseri olduğunu belirttiği Süleymaniye Külliyesi (1550–1557) yapılarının yerleştirilişindeki ustalık ve düzenin yanında, ekonomik ve kültürel işleviyle de klasik dönemin simgesi olmuştur. Camide dört ayağa oturan kubbeyi giriş ve mihrap yönlerinden yarım kubbelerle desteklenmiş, diğer cephelere üçer kubbeli mekanlar ekleyerek daha ferah ve aydınlık bir iç görünüm sağlamıştır. Taşıyıcı ve örtü düzenine ilişkin denemelerini, kubbeyi altıgen bir plana oturttuğu Sinan Paşa, ana mekanı tek bir kubbeyle örttüğü Edirnekapı Mihrimah Sultan, çok ayaklı, çok kubbeli ulu camiler planındaki Piyale Paşa camilerinde de sürdürmüştür. Klasik Osmanlı mimarisinin en büyük eseri olan ve Sinan’ın ustalık eseri olarak nitelendirdiği Selimiye Camiinde (1569–1575) daha önce Rüstem Paşa Camiinde uyguladığı, kubbeyi sekizgen plana oturtma düşüncesini geliştirdi; taşıyıcı ayakları ince tutup çapı 31metreyi aşan kubbeyi (en büyük kubbesi) daha belirgin biçimde öne çıkardı. Onun denemelerinin sonucu, merkezi plan Osmanlı mimarisinin ana şeması oldu, kubbe tarihi yapıyı biçimlendiren temel öğe durumuna geldi.

 

Sinan’ın önemli denemelerine sahne olan bir başka yapı türü de türbelerdir. Şehzade Mehmet’in türbesi aşırı süslemeli cephe düzenlemesi ve dilimli kubbesiyle dikkati çekerken, Kanuni Sultan Süleyman’ın olgun görünümlü türbesinde, Türk mimarisinde çok az kullanılan çift yüzlü kubbeyi deneyerek, iç kubbeyi ayaklara, dış kubbeyi ise dış duvarlara oturttu. Sultan II. Selim’in türbesinde ise, geleneksel altı yada sekiz köşeli şema yerine, köşeleri pahlanmış kare planı uygulandı.

 

Taşıyıcı öğelerinin ve temellerinin sağlamlığıyla dikkati çeken ve günümüzde de ayakta duran anıtsal yapıları mimarinin yanı sıra mühendislik açısından da önem taşır. Bu yüzden kendisi, ”ser mimaran-ı cihan ve mühendisan-ı devran” olarak anılmıştır. Yani mühendislerin ve mimarların en büyüğüdür. Selimiye Camiinde denediği olabildiğince büyük bir mekanı kubbeyle örtmek ve üç şerefeli bir minarede her şerefeye birbirini görmeyen ayrı basamaklarla çıkabilmek, onun mühendislik anlayışının çarpıcı örnekleridir. Mühendislik alanında dikkati çeken öteki eserleri arasında, İstanbul’un su sorununu çözümlemeye çalıştığı Kırkçeşme su yapıları ve Mağlova kemeriyle, dört bölümden meydana gelen 635,5 m. uzunluğundaki Büyükçekmece köprüsü özellikle belirtilebilir.

 

Mimar Sinan Süleymaniye Külliyesi içindeki türbesinde gömülüdür.

 

Önemli gördüğüm bir hususu siz okurlarımla paylaşmak istiyorum. Mimar Sinan’la ilgili bir çalışma yapmak için 2005 yılında İstanbul’a gitmiştim. Sinan’ın dev eserlerinin bakımsızlığını gördükçe kahrolmuştum. Geçtiğimiz 5–6 yıl içinde olumlu çalışmalar yapıldığını, özellikle Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğünün azami gayret gösterdiğini biliyoruz. Bu nedenle yetkilileri tebrik ediyorum.

 

Mimar Sinan İstanbul’a çocuk yaşta gitmedi. İstanbul’a gittiğinde 22 yaşında idi. Ve bu yaşına kadar Osmanlı Cihan Devletinin en büyük meslek örgütü olan ahilik eğitimi görmemiş olması imkânsızdır. Üstelik bütün kaynaklar dedesi Yusuf Doğan Ağanın yanında marangoz çırağı olduğunu yazar. Haliyle ahiliği, o günkü çıraklık sistemini bilmeden Mimar Sinan’ı anlamanın mümkün olmadığı kanaatindeyim.

 

Mimar Koca Sinan’ı rahmetle anarken içinde bulunduğumuz anormal durumu arz etmek zorundayım. Mimar Sinan 1588 yılında öldüğünde 360 dan fazla birbirinden harika eserler bıraktı. Bu bize Osmanlı Cihan Devletinin o devirde ilimde, kültürde ve sanatta zirvede olduğunu gösterir. Ama bugün teknoloji üreten, teknoloji satan durumda olmamız gerekirken, halen teknoloji alan durumdayız. Yani Mesleki ve Teknik konularda başka ülkelere bağımlı durumdayız. Çünkü son 30 yıldır (Bu rakam 50 yıl olarak ta telaffuz edilebilir) Mesleki ve Teknik Eğitimin üzerinde kara bulutlar eksik olmadı. Hele 28 Şubat 1997 den bu yana mesleki ve teknik öğretim ötekileştirildi. Ötekileştirme faaliyeti halen devam ediyor. Bir düşünün Teknik Eğitim Fakülteleri çok kıymetli elemanlar yetiştirdi. Sanayinin önderlerini yetiştirdi. Ama bugün mezunlarının teknik eleman kabul edilmediği ve Teknik Eğitim Fakültelerinin kapatıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Üstelik 3795 sayılı kanuna rağmen yaşıyoruz. Seçilmişlerin çıkardığı kanunun atanmışlar tarafından uygulanmadığı bir dönemi yaşıyoruz. Meslek Liseleri sanayinin teknik elaman ihtiyacını karşılamaktan uzak. Bugün teknik eğitimciler olarak bir sınav adaletsizliğini yaşıyoruz.

 

Ülkemizde meslek liseleri ve Meslek Yüksek Okullarından yılda 400.000 civarında kişi mezun olmaktadır. Bu rakam 30 yılda 12 milyona yakındır. Bugün biz, 3795 sayılı kanun gereği yetki ve sorumluk yönetmeliğini 30 yıldır çıkartmayan bir zihniyetle karşı karşıyız.

 

Bugün biz mesleğin, tekniğin ve sanatın önüne Çin setti gibi engel çıkaran atanmışlarla karşı karşıyayız.

 

Ölümünün 433’üncü yılında Mimar Koca Sinan’ı rahmetle anıyor, yetkililerin yeni Mimar Sinanlar yetiştirecek olan mesleki ve teknik eğitim kurumlarına sahip çıkmasını bekliyoruz. 

Allah’a Emanet olunuz.