Faşizm, ilk olarak İtalya’'da Benitto Musolini tarafından oluşturulmüş olup, otoriter devlet üzerine
kurulu radikal, aşırı milliyetçi politik bir ideolojidir. Faşist ise bu ideolojiyi savunan kimsedir.
Emilio Gentile ; faşist kimdir? adlı eserinde faşisti şu şekilde tanımlıyor: Ottoriter, gaddar, baskıcı,
ırkçı ve mazişt veya muhalif siyasetçilere karşı şiddet uygulayan kişi olarak tanımlıyor.
Faşizmin doktrini, Giovanni Gentile tarafından Benito Mussolini için yazılmış; faşizmin temel
ilkeleri, öğretileri, faşist devlet yapısı ve faşizmin İtalyan toplumu için uygulanış biçiminin açıklandığı
bir denemedir. İlk kez 1932 yılında Enciclopedia Italiana isimli ansiklopedide yayımlanmıştır. Benito
Mussolini'nin kurucusu olduğu Ulusal Faşist Parti’nin İtalya'da iktidara gelmesinin ardından, faşizm
birçok milliyetçi ideolojiye örnek olmuştur. Hitler’in Nasyonal Sosyalizmi ve Franko’nun
Falanjizmi, faşizmden çok etkilenmişlerdir.Daha bir çok ülke faşizim düşüncesinden ilham alarak
uygulamalarını benimsemiştir.
Doktrindeki önemli söylemler şunlardır:
« 1. (…) Hiçbir devlet kavramı yoktur ki aslında temel olarak hayatın da kavramı olmasın: felsefe ya da sezgi, mantıksal
olarak gelişim arz eden veya bir görüş yahut inançta bir araya getirilen, fakat neredeyse her zaman organik bir dünya
algısı olan düşünceler sistemi.
2. Bu nedenle, eğer faşizme her zaman, onun hayatı algılayış biçiminin ışığında, manevileştirilmiş bir yolla bakılmamış
olsaydı, bir parti organizasyonu, bir eğitim sistemi, bir disiplin olarak onun gerçekçi tezahürleri anlaşılamazdı. Faşizmin
dünyası; yüzeysel, bireyin diğer herkesten soyutlanıp tek başına durduğu, kişiye içgüdüsel, anlık zevklerle dolu bencilce
bir hayat sürdüren doğa kanunlarının bireyi yönettiği, maddeci bir dünya değildir. Faşizmde birey, bireyin basit zevkler
etrafındaki bir hayat içgüdüsünü, zaman ve mekânın sınırlarından bağımsız, daha yüce bir hayat kurmak amacıyla
bastırarak, bireyleri ve nesilleri beraberce bir gelenek ve misyona bağlayan bir ahlak kanunu konumundaki ulus ve
vatandır. Bahsi geçen hayatta birey, kendini yok saymakla, kişisel çıkarlarını feda etmekle, bizzat ölümün kendisiyle,
insan olarak değerinin yer aldığı bu tam anlamıyla manevi varoluşun farkına varır.
3. Yani bu, manevi değer kazanmış bir kavramdır, bizzat kendisi, On Dokuzuncu yüzyılın iradesiz materyalist
pozitivizmine karşı modern zamanların gösterdiği genel tepkinin bir sonucudur. Anti-pozitivisttir, fakat pozitiftir: septik
değildir, ne agnostik, ne kötümser, ne de pasif olarak iyimserdir, genel anlamda doktrinler (ki hepsi negatiftir) gibi. Söz
konusu doktrinler, hayatın merkezini, özgür iradesiyle kendi dünyasını yaratabilecek ve de yaratmak zorunda olan
insandan uzağa koyar. Faşizm ise bütün enerjisiyle faaliyette olan, aktif bir insan ister: eylemde olan zorlukların
tamamen farkında olup onlarla yüzleşmeye hazır bir insan ister. Hayatı bir mücadele olarak görür ve insana yakışanın,
kendisi için gerçekten değerli o hayatı ele geçirmek olduğunu düşünür ve hayatını inşa etmek için gerekli (fiziksel,
ahlaki, entelektüel) araçları kendi içinde yaratır. Bu, tek bir birey için böyledir, ulus için böyledir, insanlık için böyledir.
Böylece, kültürün her biçimdeki (sanat, din, bilim) yüce değerleri ve eğitimin büyük önemi ortaya çıkar. Böylece,
insanın onun vasıtasıyla doğayı fethettiği ve insanlık dünyasını (ekonomik, siyasal, ahlaki, entelektüel) yarattığı işin esas
değeri ortaya çıkar.
4. Pozitif hayat kavramı, kesinlikle etik bir kavramdır ve sadece hayatı kontrol eden insan faaliyetlerini değil, tüm
gerçekliği içine almaktadır. Hiçbir eylem, ahlaki bir yargıdan ayrılamaz. Dünyada hiçbir şey yoktur ki onun ahlaki
amaçlarla olan ilişkisinde her şeyde bulunan değerden mahrum bırakılsın. Bu nedenle, hayat, faşistlerce algılandığı
üzere, ciddi, çetin ve dinidir: bu hayatın tamamı, ruhun ahlakı ve sorumlu güçleri tarafından desteklenen dünyada
dengede durmaktadır. Faşistler, “rahat” bir hayata tenezzül etmez.
5. Faşizm, dini bir kavramdır ve insan, bu dini kavram içinde, daha yüce bir kanunla ve nesnel bir iradeyle içkin bir
ilişkide görülür; bu ilişki, tek bir bireyi aşkın hale gelerek, kişiyi manevi bir toplumun bilinçli üyeliğine yükseltir. Faşist
rejimin dini politikalarında, saf çıkarcılıktan başka bir şey görmemiş olanlar, faşizmin bir hükümet sistemi olmasının
yanı sıra, bundan da önemli olarak, bir düşünce sistemi olduğunu anlamamışlardır.
6. Faşizm tarihi bir kavramdır ve burada insan, içinde kendisini bulduğu, ailedeki ya da sosyal gruptaki ulustaki ve bütün
ulusların iş birliği yaptığı tarihteki manevi süreçle ilgilendiği sürece kendisidir. Hatıralarda, dilde, göreneklerde, sosyal
hayat standartlarında, bu önemli gelenek değeri kendini gösterir. Tarihsiz insan hiçbir şeydir. Sonuçta, faşizm, On
Sekizinci yüzyıla ait olanlar gibi, materyalist doğanın bireysel soyutlamalarının tamamının karşısında yer alır; bütün
Jakoben ütopyalar ve yeniliklere de karşıdır. On Sekizinci yüzyıl ekonomik edebiyatının arzusunda ortaya çıktığı şekilde,
dünyada mutluluğun mümkün olduğunu düşünmez ve böylelikle, insanlığın tarihin belli bir evresinde belirli bir sabit
duruma geleceğine yönelik bütün amaçsal teorileri reddeder. Bu, kişinin kendisini, daimi bir değişiklikler ve oluşlar
zinciri olan tarihin ve hayatın dışına koyması anlamına gelir. Siyasal olarak faşizm, gerçekçi bir doktrin olmayı
amaçlamaktadır; uygulamada ise, sadece tarihsel olarak ortaya çıkan problemlerini çözmeyi ve bunlara kendi
çözümlerini bulmayı ya da sunmayı amaçlamaktadır. Doğada olduğu gibi, insanlar arasında da harekete geçmek için,
gerçeklik sürecine girmek ve hâlihazırda eylem halinde olan güçleri tam manasıyla öğrenmek gereklidir.
7. Bireyselciliğin aksine, faşist bakış açısı devletten yanadır. Devletle uyum içinde olduğu takdirde de, insandan yanadır.
Devlet, insanın tarihsel varoluşunda, insanın evrensel iradesinin ve vicdanının kendisidir. Devlet, mutlakçılığa tepki
vermek gerekliliğinden doğan ve devletin vicdana ve insanların iradesine dönüştüğü anda, tarihi amacını sonlandıran
klasik liberalizmin karşısındadır. Liberalizm, bireyin kişisel çıkarlarında devleti reddetmiştir. Faşizm ise devleti bireyin
esas gerçekliği olarak kabul eder. Ve eğer özgürlük, bireyselci liberalizm tarafından tasarlanmış soyut bir kukla değil de
gerçek insanın bir sıfatı ise, faşizm özgürlükten yanadır. Ve gerçek olan tek özgürlük ise devletin ve devlet bünyesinde
bireyin özgürlüğüdür. Bu nedenle, faşistlere göre her şey, devlettedir; devletin dışında, insani veya manevi hiçbir şey var
olmaz ve hiçbir şeyin az da olsa değeri yoktur. Bu bağlamda, faşizm totaliterdir. Tüm değerlerin birliği ve sentezi olan
Faşist Devlet, insanların hayatının tamamını yorumlar, geliştirir ve güçlendirir.
8. Devletin dışında ne bireyler ne de gruplar (siyasi partiler, dernekler, sendikalar ve sınıflar) var olabilir. Bu nedenle,
faşizm sosyalizmin karşısında yer alır; çünkü sosyalizm tarihin hareketini sınıf çatışmalarıyla sınırlandırır ve devletin tek
ekonomik ve ahlaki gerçekliğiyle kurulan sınıflar birliğini görmezden gelir. (…)
9. Bireyler, ilgi alanlarının benzerliğine göre sınıflar oluşturur. Bu ilgi alanlarındaki birbirinden farklı ekonomik
aktivitelere göre sendikalar oluştururlar, fakat bütün bunların ötesinde, en başta devleti oluştururlar. Devlet, sayısal
olarak, bir ulusun çoğunluğunu oluşturan bireylerin genel toplamı şeklinde düşünülmemelidir. Ve sonuç olarak, faşizm,
ulusu çoğunluğa eşit tutan ve o çoğunluğun seviyesine indirgeyen demokrasiye karşıdır. Yine de faşizm, millet niceliksel
değil, olması gerektiği gibi niteliksel olarak düşünülüyorsa, demokrasinin en saf halidir. Bu niteliksel düşünme, en güçlü
düşüncedir (en ahlaki, en mantıklı ve en gerçek olduğu için en güçlü), bu düşünce, ulus bünyesinde birkaç kişinin ve
hatta sadece bir kişinin iradesi ve vicdanıyla eyleme geçer. İşte bu noktada ideal olan, herkesin vicdanı ve iradesiyle aktif
olmaya yönelir; yani, ulusu, doğanın, tarihin ya da ırkın mantığıyla olması gerektiği şekilde oluşturan, tek vicdan ve tek
irade olarak, gelişim ve ruhsal oluşumla aynı çizgide yola devam edenlerin vicdanı ve iradesiyle. Bir ırk ya da coğrafi
olarak belirlenmiş bir bölge değil, tarihi olarak kendini sürdüren bir toplum, varoluşa ve güce yönelik irade olan tek bir
fikir tarafından birleştirilmiş çokluk: bizzat kendi bilinçliliği, kişilik.
10. Bu yüce kişilik, devlet olduğu sürece ulustur. On dokuzuncu yüzyıl ulus devletlerinin siyasal teorilerinin temelini
oluşturan eski natüralist algıya göre, devleti oluşturan ulus değildir. Aksine, ulus, kendi ahlak birliğinin farkında olarak,
insanlara bir irade ve böylelikle etkin bir varoluş sağlayan devlet tarafından yaratılmıştır. Bir ulusun bağımsızlık hakkı,
de facto bir durumun az ya da çok durağan ve bilinçsizce kabulünden, kendi varlığının fikri ve ideal farkındalığından
kaynaklanmaz. Bir ulusun bağımsızlık hakkı, aktif bir farkındalıktan, kendi haklarını dile getirmeye hazır ve eylem
halindeki siyasi bir iradeden kaynaklanır. Yani zaten var olan bir devletten kaynağını alır. Devlet, aslında evrensel etik
irade olarak doğrunun yaratıcısıdır.
11. Devlet olarak ulus, geliştikçe var olan ve yaşayan etik bir gerçekliktir. Gelişimini durdurmak, onu öldürmek
demektir. Bu yüzden devlet, sadece yöneten, kanunlara şeklini veren ve manevi hayatın değerini, bireylerin kendi
iradelerine bırakan otorite değildir. Kendi iradesini ülke dışında da hissettiren, duyuran ve saygı uyandıran, diğer bir
deyişle gelişiminin gerekli bütün yönlerinde, kendisinin evrensellik gerçeğini de gösteren bir güçtür. Sonuç olarak
devlet, örgütlenme ve genişlemedir, en azından esas itibarıyla böyledir. Bu yüzden o, gelişime sınır tanımayan ve kendi
sınırsızlığını test ederek kendisini gerçekleştiren insan iradesine benzetilebilir.
12. Kişiliğin en yüce ve en kuvvetli biçimi olan Faşist Devlet bir güçtür, fakat manevi bir güçtür. Bu güç, insanın ahlaki
ve entelektüel hayatının her halini kontrolü altına alır; bu yüzden Liberalizmin arzuladığı gibi, kendisini basitçe, düzen
ve kontrol görevleriyle sınırlandıramaz. Bireyin sözde özgürlükler alanını kısıtlayan basit bir mekanizma değildir. Bir
bütün olarak insanın biçimi, iç standardı ve disiplinidir; zekânın yanı sıra iradeyi de doygunluğa ulaştırır. Onun, sivil
toplumda yaşayan insanın kişiliğindeki esas ilham olan prensibi, bilim adamlarının, sanatçıların, düşünürlerin yanı sıra,
eylem adamlarının da derinliklerine işler ve onların kalbinde taht kurar. Faşizm ruhun ruhudur.
13. Kısaca faşizm, sadece kanun koyucu ve kurumların kurucusu değil, aynı zamanda manevi hayatın eğitimcisi ve
yükseltenidir. İnsan hayatının biçimlerini değil, onun içeriğini, insanı, karakteri, inancı yeniden oluşturmayı amaçlar ve
bu amaçla, disiplini ve insan ruhuna işleyebilen otoriteyi ve de bunların orada karşı konulmadan hüküm sürmesini
gerektirir. Bu nedenle onun işareti, Liktorların (Roma imparatorlarını koruyan muhafızlar) taşıdıkları sopalarıdır, birlik,
güç ve adaletin sembolüdür. »
Faşizim, devleti ulusun varolma nedeni olarak görür. Birey özgürlüğünden ziyade devlet kutsallığı söz
konusudur. Devletin güçlü olması gerektiğini ve bu otoriteye karşı çıkan hiç bir sivil otoriteyi kabul
etmez. Devletin birliğini sopayla sağlama amacını güder. Tek bir düşünce ve fikir etrafında tüm ulusun
birleşmesini ve tek ideolojinin devletin bünyesine hükmetmesini ister. Birey, sendikal haklar,
özgürlükleri benimsemez ve faşizim kendisini demokrasi karşıtı bir güç olarak görür.
Faşistler, rahat bir hayata tenezzül etmezler. Onlar için hayat çetin, ciddi ve dinidir. Zorlu bir hayat ve
bu hayata karşı mücadeleyi önemser.
Ahlaki değeri, ulusu ve o ulusun iradesini ve varoluşunu sağlayan aygıtı devleti görür. Devleti
örgütleme ve genişleme olarak görür. Fetihçi ve sömürgeci bir anlayışada açık kapı bırakıyor.Güçlü
devlet oluşturmak için herşey mübah sayılır. Buda yeni acıların yaşanması ve ulusların bir birini
boğazlaması anlamına gelir.
Faşizmin her haliyle sorgulanacak, çok şeyi var.
Tayyar ÖZBEY/ 03.12.2022